Stresin ve karamsarlığın kol gezdiği ülkemiz insanının gülmeye ihtiyacı olduğunu düşünenlerdenim. Gülmece ustalarının ne kadar faydalı bir iş yaptıklarını böyle zamanlarda daha iyi anlıyoruz. Ayçiçek yağının padişah olduğu, pirzolanın müzelerde sergilenecek durumda olduğunu bilmeyen yok. Uzmanlarımızın kanal kanal gezip döviz, faiz sarmalını anlatmalarından bıktık, inanın bizler bir kahkahanın bir porsiyon pirzoladan daha iyi olduğunu anlatanları özledik. TV programlarında sihirli kutu arayanlara sesleniyorum bir sihir yapın da ülkemizde her şey bir anda güllük gülistanlık olsun, kara bulutlar dağılsın. Bizim Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde ne zaman düştüğü tam olarak bilinmeyen muhtemelen Balkan Savaşı yıllarında düştüğü varsayılan bir meteor ve onun açtığı bir çukur… Buraya kadar her şey normal. 1970’li yıllarda ülkemizin tek televizyonu TRT’ de bu meteor çukuruyla ilgili bir program yapılıyor. Köyümüzde elektrik ve TV yok, o zamanlarda henüz okula gitmeyen küçük çocuklarız. Her köy çocuğu gibi gözü kara, afacan ve bir o kadar da yaramazız. Radyodan meteor lafını duyuyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz. Merak da etmiyoruz. Böyle bir zamanda birkaç arkadaş yan komşunun özene bezene ektiği, mahsul almak için aylarca sabırla beklediği, çapalayıp suladığı bahçesindeki sebzelere, ayçiçeğine iç çekip bakıyorduk. Günlerden bir gün hava yeni kararmıştı, hain planımızı devreye sokmaya karar vermiştik. Bostanı çevreleyen çeperin üzerinden atlayarak bostana daldık, salatalıkların kokusu hala burnumda, tadı hala damağımda. Kopardıklarımızı üstümüze sürüp afiyetle yerken bir anda bostanın öbür ucundan bir hışırtı ve ayak sesi duyduk. Dikkatlice bakınca bostanın sahibi yaşlı teyzeyi gördük. Aslında istesek salatalıklardan verirdi ama biz yine de bir maceraya girmiştik. Belki de işin zevkli yanı da buydu. Kalbimiz hızla çarpıyor ve yakalanma korkusu bütün bedenimizi sarıyordu, boncuk boncuk terliyorduk. Bizi görmemesi için yeşillikler arasına saklanmıştık ve kendimizce hareketsiz kalarak saklandığımızı sanıyorduk. Adeta nefes almadan yere kapanıp yüz üstü uzandık. Yaşlı teyzenin bostandan çıkmasını beklerken, korktuğumuz başımıza geliyordu ve ayak sesleri yaklaşıyordu. Ses yaklaştıkça kalp çarpıntımız artıyordu ama korkunun ecele faydası yoktu. Sırtımda bir el hissettim. “Hadi kalk ayağa, saklandığını sanıyorsun ama seni gördüm.” dedi.  Karanlığın üzerine adeta güneş doğmuş gibi her şey açıktaydı, diğer arkadaşlar da açığa çıktılar. Ağlamaklı bir ses tonuyla ve yeminler ederek bir daha bostana girmeyeceğimizin sözünü veriyorduk. O da sağ olsun bize çok kızmadı, sadece uyardı. Karanlıkta dışarı çıkmamamız gerektiğini belirtti ve sonra radyo dinleyip dinlemediğimizi sordu. Bizler de dinlediğimizi söyledik. Radyolarda duyduğumuzun uzaylı olduğunu söyledi. Doğubeyazıt’a düşen uzaylının ayaklarının yerde, başının gökte olduğunu, konuştukça gök gürlediğini ve evlerin üzerine basıp karınca gibi ezdiğini anlattı. Dünya başımıza yıkılmıştı, korkudan titriyorduk ve bir an önce eve gitmek istiyorduk. Teyze de korktuğumuzu anlamıştı. Belki de içten içe pişmanlık duyuyordu küçücük çocukları bu kadar korkutmaya gerek var mıydı diye. O günden sonra her gök gürlediğinde kendimi cam kenarında buluyordum, korkuyordum ama merak da ediyordum acaba uzaylı gelecek mi? diye. Varlığını öğrenmiştik ama henüz görememiştik. Merakla bekliyorduk uzaylıyı görmeyi. Bizim oradaki uzaylı tarifi bu ama gerçekte nasıl bilmiyoruz. Teyzenin sayesinde çok küçük yaşlarda dünya dışı varlıklardan haberdar olduk. Çocukların aslında hiçbir şeyi unutmadığını, onlarla konuşurken dikkatli olmamız gerektiğini bir kez daha anlamış olduk. Haftaya görüşmek üzere, esen kalın..

Editör: TE Bilisim