Anadolu kadınının özellikleri, sonradan Atatürk'ün tarihe not düştüğü; "Dünyada hiçbir milletin kadını; ‘ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim’ diyemez.” vecizesiyle abideleşip, ebedileşmiştir. Ankara Kulübü Derneği Bacıerenlerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Gülay Karaca, "Anadolu medeniyetinin inşasında kadınımızın yeri ve rolü her türlü takdirin ötesindedir." diyor. Ankara Kulübü Derneği Bacıerenlerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi, Bacıyan-ı Rum, nam-ı diğer Anadolu Bacıları’nın günümüz temsilcilerinden Gülay Karaca, "Ankara Kulübü Derneği, Anadolu Bacıları geleneğini yaşatmak amacıyla 'Bacıerenler Kolu'nu oluşturmuştur." diyor ve şunları aktarıyor: “Derneğimiz, Seymenlik geleneğini yaşatırken, diğer yanda ise Anadolu’da toplumsal önemli güçlerden biri olan Bacıyan-ı Rum yani Anadolu Bacıları geleneğini de tıpkı Seymenlikte olduğu gibi, halk müziği ve halk oyunları başta olmak üzere sosyo-kültürel boyutlarıyla bu köklü geleneği araştırmayı, geliştirmeyi, yaşatmayı ve gelecek kuşaklara aktarmayı hedef olarak belirlemiş olup, bu amaçla çalışmalarını büyük bir titizlikle sürdürmektedir. Bugünün Bacıerenleri; 800 yıl öncesinin Bacıyan-ı Rumu, yani Anadolu Bacılarıdır. Çalışmalarımız, Bacıyan-ı Rum kültürünü özveriyle yaşamaya ve yaşatmaya çalışacak 7 den 70’e herkese açıktır. 2019 yılı çok özel bir yıl. Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin, bağımsızlık ateşini yakışının, kızılca günün 100. yılı. Bacıerenler, 27 Aralık 1919’da Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dikmen sırtlarında karşılanmasında yerini alan ve bir çağ kapatılıp yeni bir çağ açılırken erkeklerle yan yana olan, 'ant olsun' diyen, zeybek dönen, silah kuşanan, at binen, ağlayan bebesini sırtına vurup, dağ bayır demeden yollara düşen, kanını ve hatta canını vatan uğruna gözünü kırpmadan veren, elleri kınalı, narin ama bir o kadar da güçlü, yiğit Anadolu Bacılarıdır... Bacıyan-ı Rum yani Anadolu Bacıları, Anadolu'da Ahilik teşkilatının öncüsü Ahi Evran’ın eşi Fatma Sultan tarafından 800 yıl önce kurulan dünyadaki ilk iş kadınları örgütü ve iktisadi teşkilatıdır. Anadolu Bacıları, Anadolu’nun yurtlaşmasında olduğu gibi, Osmanlı'ya da kuruluş ve yükseliş ruhunu veren en önemli güçlerden biridir. Aynı dönemde batıda kadın, ‘cadı’ ve ‘günahın sembolü’ ilan edilirken, bireyi ahlaki ve mesleki olarak bütün boyutlarıyla yetiştirmeyi hedefleyen, üyenin tutum ve davranışlarıyla çevresini ve toplumu etkilemesi ve örnek olmasını hedefleyen, insan odaklı düşünce sistemi Ahiliğin ortaya çıkışı paralelinde, Anadolu’da bir devrim gerçekleşmiş ve kadın öncülerimiz dünyanın ilk kadın teşkilatı olan Bacıyan-ı Rum’u kurmuşlardır. Bu teşkilat Anadolu’nun madden ve manen ihyasına vesile olmuş, dini, ekonomik, sosyal ve eğitim alanında büyük bir gayretin mimarlığını yapmıştır. Bacıyan-ı Rum, dünyanın bilinen en eski ‘Kadın Sivil Toplum Örgütü’dür. Bu gelenek içerisinde çağlar boyu kadının toplum içerisindeki yeri çok önemlidir. Türk devletlerinde Hanlar fermanlarını tek başlarına yayınlarsa az etkili olacağını bilir, bu yüzden sözlerine 'Han ve Hatun diyor ki…' diye başlamayı yeğlerlerdi. İbni Batuta gibi önemli bir seyyah tarihçi, Anadolu'yu boydan boya geçiyor, Ahilerle ve Ahilerin kadın koluyla karşılaşıyor. Erkek ile kadının birlikte söz sahibi olduğu bir yaşam sürülmekteydi o dönemlerde ve Anadolu kadınları çok çok ileride idi. İbni Batuta, Bacıerenleri hayretle anlatıyor: Kaçgöç bilmiyorlar, ticarette, sanayide, üretimde, savaşta ve hayatın her alanında onlar vardılar. Bacıyan-ı Rum Teşkilatı, değerli halı ve kilim dokuma, örgücülük, nakışçılık, kumaş imalatı, giysi dikimi gibi işlerin yanı sıra çadır­cılık ve keçecilik de yapıyorlardı. Teşkilat, kadınları günlük hayata kattığı gibi, öksüz kalmış çocuklara sütannelik yapıyor, yetim ve kimsesiz genç kızları himayeleri altına alıyor, onların eğitimlerinden, evlenmelerinden, ev bark sahibi olmalarından sorumlu olup ve ayrıca yardıma muhtaç kadınların bakımını üstleniyorlardı. Ahilik geleneğinde erkeklere; 'Eline, beline, diline sahip ol' öğüdü verilirken, Bacıyan-ı Rum teşkilatında ise kadınlara; 'Aşına, işine, eşine sahip ol' öğüdü verilmiştir. Bu öğüde sıkı sıkıya bağlı Bacıerenler; yeri geldiğinde birer cengaver komutan olmayı da bilmiştir. Özellikle asker teşkilatında kilit roller üstlenmesiyle, modern anlamda bir 'Sivil İnisiyatif Örgütü'nün' belki de en sağlam ör­neklerinden birini teşkil etmiştir. Anadolu medeniyetinin inşasında da kadınımızın yeri ve rolü her türlü takdirin ötesindedir. Kurtuluş Savaşı’nda da büyük fedakârlıklar gösteren Anadolu kadınları, bayrak, vatan, millet, hürriyet aşkıyla düşmanla mücadele etmiştir. Anadolu kadının mücadelesi, yalnızca cephe mücadelesi ile sınırlı kalmamıştır. Cephe gerisinde de yaralıların yaralarını sarmış, cephane imalathanelerinde çalışmış, askerlerimize dikimhanelerde giyecek dikmiştir. Savaş sürecindeki yokluk, yoksulluk ve yorgunluğun yanı sıra verem ve sıtma gibi hastalıklara rağmen, kendileri hasta ya da aç olsa bile; yurdun her köşesinde yiyecek, giyecek, para toplamışlar ve vatanın savunması için kağnılarla, kağnı yoksa omuzlarında cepheye mermi taşımışlardır. MİLLİ MÜCADELENİN KADIN KAHRAMANLARI Asker millet olarak yaratılan Türkler’de ana figür olarak görünen erkeğin arka planında Türk kadını vardır. O da, en az erkeği kadar cesur/asker ve bir o kadar da teşkilatçıdır. Osmanlı-Rus savaşında; 'Bu bebeği bana Allah verdi, ona Allah bakar.’ diyerek, bebeğini beşikte bırakıp, cepheye koşan Nene Hatun’un kahramanlığından, yağmur ve soğukta cepheye kağnıyla mermi taşıyan isimsiz Hatun’un kahramanlığının geri kalır tarafı yoktur. Anadolu kadınının hem Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasında çok büyük katkısı olmuştur. Hangi örnekleri verelim ki; en iyisi yine yakın tarihimizden gidelim. Milli Mücadelenin kadın kahramanı; Halide Edip Adıvar (nam-ı diğer Halide Onbaşı), Gediz cephesinde 'Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?' diyen küçük Nezahat Onbaşı, 'Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?' diyerek askerlerin toparlanmasını sağlayan Adanalı Rahmiye Hanım (nam-ı diğer Tayyar Rahmiye), Fransızlara yanlış yol göstererek tuzağa çeken kılavuz Hatice, İnebolu'dan Kastamonu'ya cephane taşırken donarak şehit olan Türk kadınının kahramanlık timsali; Şerife Bacı, Mili Mücadele kahramanlarından; cesareti ve gözü karalığı ile namlı; Fatma Seher Erden (nam-ı diğer Kara Fatma), saçlarını kazıtıp erkek kılığına girerek kurtuluş savaşına katılan yiğit kadın Halime Çavuş, kocasıyla çete kurup dağlara çıkan Gördesli Makbule, Kastamonu'da kadınları toplayarak, asker için çorap ve fanila ördürüp cepheye gönderen Hafız Selma İzbeli, Aydın’ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlılarla savaşan ve ‘Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk’ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyası’dır’ diyen Çete Emir Ayşe ve yağmur yağarken, battaniyeyi sırtındaki bebesine değil kağnıdaki mermilerin üstüne sıkı sıkı örten; 'Bu mermiler devlet malı, çocuk ise benim diyen' ve ismini burada sayamadığım yüzlerce kahraman Anadolu kadını. Bunlar; Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşunda eşsiz rolü bulunan, erkeğini güçlendiren ve tamamlayan kahraman kadınlarımızdır. RUHLARI ŞAD OLSUN…” Haber Merkezi
Editör: TE Bilisim