Bazı bilimsel çalışmalar ataerkilliğin, benim tabirimle erkek hegemonyasının doğuştan gelen bir şey olmadığını, bu yaşam biçiminin daha sonradan edinildiğini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda baktığımızda yüzlerce yıllık insanlık tarihi, kadının ilk başta kutsal sayılıp daha sonra geri plana atıldığı, erkeğin hegemonyası altına girdiği bir süreci gözler önüne seriyor. 


Toplumsal olarak herkesin zihnine işleyen, doğru olarak kabul edilen “ataerkil” kavramı hayatımıza dün girmedi yarın da çıkmayacak maalesef. Erkek üstünlüğünü temsil eden, erkeğe bir avantaj olarak atfedilen bu kavram aslında bakarsanız birçok toplumsal problemin de zeminini oluşturuyor. Çünkü erkeğin hegemonyasının başladığı yerde kadının ses çıkarması hala bazı kesimler tarafından tuhaf karşılanıyor. 


Erkeğin, kadından daha kuvvetli olduğu düşüncesi onu her anlamda kadının karşısında üstün kılıyor. Dolayısıyla da kadının yeri her zaman ya babasının ya kocasının ya da ağabeyinin yanı olmak zorunda kalıyor. Tek başına bir hayat idame ettirebileceği düşüncesi bile kabul görmüyor. Peki bu hegemonya nasıl kuruluyor?


Anne rahmine düşen bir bebeğin cinsiyetinin erkek olduğunun öğrenilmesiyle başlıyor ataerkil düşüncelerin aşılanması. Daha ilk adımlarında, ilk konuşmasında erkek olduğu için ayrı bir yere konuluyor. Her şeyi yapmakta özgür, her konuda haklı olduğu bilinci çok küçük yaşlarda aşılanıyor. Daha sonra bir gün geliyor ki artık kendisinin de "ben erkeğim", "dilediğimi yaparım”, "üstünüm" düşünceleri sarıyor bütün bedenini. İş artık karşı cinsi bastırmaya, onun üzerinde kendi hegemonyasını kurmaya, onu küçük görmeye, kısıtlamaya geliyor. 
Hegemonya işte bu kadar basit bir denklemle kuruluyor. Daha çocuk yaşta erkeğe dilediği alan tanınırken, kadına etrafındaki insanların çizdiği sınırlar içerisindeki alanda hareket özgürlüğü sağlanıyor. Buna da özgürlük denirse tabii. 


İş hayatında, ev hayatında, sosyal hayatta kadına tanınan daha fazla alan olması gerekirken yalnızca ya boşlukları dolduruyor ya da hiç yer bile alamıyor. Ataerkil düşünce hayatımızın her alanına nüfuz ederken “kadın milleti ne anlar”, “kadının gücü yetmez”, “kadın evinde oturur” tabuları yüzümüze vuruluyor. Erkek doğuştan getirmediği erkeksi özelliklerini bir kenara bırakmayı kabul etmese de biz kadınlar söylenen her şeyi kulak arkası yaparak yolumuzu yürümeye devam ediyoruz. Hiçbir ataerkil hegemonyanın altına girmeyi, bu düşünceye boyun eğmeyi kabul etmiyoruz.