Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak dönemleridir. Samsun Limanı’ndan Ankara’ya doğru diplomatik bir heyet yolculuk yapmaktadır. Bunlar, işgalci Avrupa devletleriyle savaş halindeki Ankara Hükümeti’ni resmen ilk tanıyan ve ilk uluslararası antlaşmayı imzalayan Sovyet Rusya’nın elçilik heyetidir… Heyetin başındaki Semyon Ivanoviç Aralov’un (1880-1969) Türk milli mücadelesine henüz tanık olmadan duyduğu hayranlık, Ankara’da iyice artacaktır. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nın ve Büyük Millet Meclisi’nin kadrolarıyla tanışması, halkla temasları, Başkomutan’la cephe gerisinde yaptığı yolculuklar sırasında adeta tarihe tanıklık ettiğini hisseder. Peki, Aralov kimdir? Birinci Dünya Savaşı’nda, Rus ordusunda istihbarat subayıdır. 1917 Şubat Devrimi’nin kadrosunda yer alır. 1918’de Ordu ve Bahriye Halk Komiserliği Harekât Şubesi başkanı olur. Bu istihbarat biriminin yöneticiliğini 1920’ye kadar sürdürür. Milli Mücadele’nin ivme kazandığı ve Türk-Sovyet Rusya ilişkilerinin olumlu yönde gelişmeye başladığı 1922’de resmi temsilci olarak Ankara’ya atanır. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı ve Lozan Antlaşması ile Ankara Hükümeti’nin uluslararası alanda tanındığı dönemde Ankara’da, Anadolu’daki cephelerde ve cephe gerisinde bulunur. Daha sonra ABD, Almanya ve Japonya’daki Sovyet elçiliklerini kurar. Stalin’in tasfiye hareketlerini sırasında 1946’da on yıl kalacağı bir toplama kampına sürgüne gönderilir. Kamp dönüşü sakin bir hayat sürerken Türkiye anılarını da kaleme alır. Meraklılarına belirtelim eser, Türkiye İş Bankası Yayınları arasından “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları (1922-1923)” adıyla yayımlandı. Evet, şimdi gelelim Aralov’un 1922’deki Ankara izlenimlerine: “Ankara’ya 30 kilometre kala, dar hatlı küçük bir tren istasyonu olan Yahşihan’da, bizim için özel bir tören hazırlanmıştı. Tren bizi gündüz saat 4’te Ankara’ya ulaştırdı. Dışişleri Bakanı (vekili) Yusuf Kemal Bey bizi selamladı. 29 Ocak 1922 tarihinde Yusuf Kemal Bey’i resmi olarak ziyaret ettim. İlkin, yerleşmemizle ilgili birkaç soruyla beraber yorucu yolculuktan sonra eşimin sağlığını sordu. Ankara’da konforun eksikliğinden yakındı. ‘Elçiliğiniz, kötü köhne bir binada bulunuyor’ dedi. ‘Hoş bir şey değil, ama elden ne gelir? Hele savaşı bir kazanalım, Ankara’yı yeniden yapacağız! Moskova’daki Türk elçiliği çok konforludur.’ Dışişleri Bakanlığı’ndaki görüşmeden sonra Mustafa Kemal Paşa’ya güven mektubumu sunacağım gün ve saat bildirildi.” Aslında Aralov’un anılarında daha çok Atatürk ile Anadolu turlarının, halkın genel görünümünün ve Batı Cephesi’ndeki durumun ayrıntıları vardır. Ankara’nın siyaset ve politik figürler dışındaki görüntüsünü daha kısa geçer: “Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaretimle Mustafa Kemal Paşa’ya resmi olarak tanıtılmam arasında geçen kısa süre içinde, üstünkörü Ankara’yı dolaştım. Ankara, daracık sokaklı, köhne ahşap evli, bol minareli bir şehir. Yarı harap olmuş surları ve I. Beyazıt’ın sarayı ile eski kale, şehre hâkim bir mevkide. XIV. yüzyılda Yıldırım Beyazıt’la Timurlenk arasında geçen olayın izleri bulunan Türkiye tarihini hatırlamak zorunda kaldım. Burada, Ankara’da Timurlenk’le Osmanlılar arasında büyük bir meydan savaşı olmuştu. Kaleden bakılınca şehrin geniş bir manzarası açılıyordu. Şehir sıkışık gibi görünüyordu. Ankara, etrafı tepelerle çevrili bir şehir. Uzaklarda, ayrı ayrı yüksek dağlar ve dağ grupları göze çarpıyor. Timurlenk’in kalesini gözden geçirdim. Mimarlık bakımından olağanüstü güzel olan kemerin kalıntılarını ve eski Roma köprüleriyle, Roma imparatorlarından Augustus zamanından kalma tapınağı seyrettim. Bizim elçilik şehrin merkezinde, iki arabanın yan yana geçemeyeceği kadar dar bir sokakta, iki katlı, küçük ahşap bir evdi. Sokağımız yüksek minareli bir cami ile son bulunuyordu.”