Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yeni yönetim sistemimizde yürütmenin de temsilcisi olan Cumhurbaşkanına kuvvetler ayrılığı konusunda yöneltilen ithamların çoğu temelsizdir.
Yargı üzerinden, milletten ve hukuktan aldığı yetkiyle görevini yapan yürütme erki ile onun temsilcisi olan Cumhurbaşkanına saldırmak, aslında doğrudan siyasal alanı hedef almaktır. Kuvvetler ayrımındaki yerinin ötesinde, tamamen ideolojik ve bağnaz bir tahayyülle yargı bağımsızlığı sözünü gündemde tutanlar, en çok demokrasiye, cumhuriyete, milli iradeye zarar veriyor” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2019-2020 Adli Yıl Açılış Töreni'ne katıldı. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen törende bir konuşma yapan Erdoğan, Arapça'daki ADL ile Türkçe'deki TÖRÜ kelimelerinin, adalet kavramının köklerini oluşturduğunu belirterek, “Adalet, tarihin her döneminde üzerinde kafa yorulan, tartışılan, uygulama biçimleriyle gündemde olan bir konudur. Biz de her fırsatta, gerek bu çatı altında, gerek diğer platformlarda, adalet kavramı üzerinde uzun uzun durmaya çalışıyoruz. Görevimiz gereği üstlendiğimiz sorumlulukların yanı sıra, ferdi hayatımızda maruz kaldığımız çok sayıdaki hadise sebebiyle de, bu kavram üzerinde sık sık durmak, konuşmak, tartışmak zorunda kaldık. Bugün de yeni adli yılın açılışı vesilesiyle, sizlerle adalet kavramına ve ülkemizdeki işleyişine dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. İnancımıza göre insanın hayrı ve şerri, doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü seçme iradesine sahip bir varlık sıfatıyla diğer canlılardan ayrılması, adaletin de esasını oluşturur. Çünkü, zulüm ve haksızlık ile adaletsizlik eş anlamlıdır. Şayet insan adalet yerine zulüm yolunu seçiyorsa, bunu kendi iradesiyle yapıyor demektir. Dolayısıyla, bu iradeyi kontrol altında tutacak zihni ve fiili bir düzene ihtiyaç vardır. Nitekim, toplumsal ilişkiler ve devlet uygulamalarıyla ilgili tartışmaların temelinde de hep adalet kavramının yattığını görüyoruz. Eflatun'dan Kant'a, Farabi'den Gazali'ye kadar batının ve doğunun tüm önemli mütefekkirleri, tartışmalarını bu kavram etrafında yürütmüşlerdir. İnancımızın temel kaynakları olan Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde; düzen, denge, denklik, eşitlik gibi pek çok anlamlarıyla adalet kavramına sıkça atıfta bulunulmuştur. Tarihte hep hayırla yad edilen, tüm insanlığa örnek gösterilen şahsiyetler, Peygamberler başta olmak üzere, adalet konusuna büyük hassasiyet göstermiştir. Günümüzde dahi Hazreti Ömer deyince aklımıza hemen ‘adalet' geliyorsa, onun adaletle ilgili sözünü tüm adliyelerimizin ve mahkemelerimizin duvarlarına kazımışsak, sebebi işte budur” ifadelerini kullandı.
"Adalet kavramını hak ettiği yere oturtmamız gerekiyor"
“Kadim dönemlerden beri insan hayatının ve toplumsal düzenin temeli olarak gösterilen adalet kavramı üzerinde, daha çok düşünmemiz gereken bir dönemden geçtiğimize inanıyorum” diyerek sözlerini sürdüren Erdoğan, “Sıkça ifade edildiği gibi kanun başkadır, hukuk başkadır, adalet başkadır. Biz kendimiz ve tüm insanlık için daima adaletin peşinde koşmalıyız. Çünkü bugün, yakın coğrafyamız başta olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden zulüm altında inleyen insanların feryatları adeta arşı inletiyor. Dünya sistemi, refah ve lüks içinde yaşayan, daha da önemlisi bu hayat tarzını korumayı her şeyin üzerinde tutan bir kesimin cenderesi altındadır. Karşımızda, kendi konforu için dünyanın kalanının ekonomik kaynaklarını sömüren, zenginliklerini iç eden, kendi özgürlüğünü koruma adına dünyanın kalanını gözyaşına ve ateşe boğmaktan çekinmeyen bir anlayış bulunuyor. Üstelik bu zalimliklerin, demokrasi, insan hakları, terörle mücadele, hukuk, kanun ve hatta adalet adına yapılıyor olması, zulmün ağırlığını daha da artırıyor. Refahlarına ve özgürlüklerine yönelik her saldırıyı terör olarak niteleyen, ama diğer toplumların en temel insani taleplerine karşı duyarsız kalan çarpık anlayış, bize göre dünyanın şu andaki en büyük sorunudur. Tarihin hiçbir döneminde zalimler eksik olmamıştır ama aynı şekilde zulüm de payidar olamamıştır. Günümüzün zalimlerinin yol açtığı adaletsizler elbet bir gün sona erecektir. Bize düşen, işte o güne kadar adalet mücadelesini sürdürmek, mazlum ve mağdurların yanında yer almaktır. Hiç şüphesiz, dünyada adaleti sağlamak için herkesin üzerinde ittifak edeceği bir uygulama biçimi bulmak imkansızdır. Ama tüm insanlığın ortak özlemi ve hedefi olan adalet meşalesini hep yukarıda tutarak ve eşitlik temelinde mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Türkiye, tarih boyunca işte bu mücadeleyi vermiş bir medeniyet anlayışının mirasçısıdır. Bu mirasa layık olabilmek için de, önce kendi devlet ve toplum yapımızda, insanlarımızın zihin ve gönül dünyalarında adalet kavramını hak ettiği yere oturtmamız gerekiyor” açıklamasında bulundu.
"Böyle bir yaklaşım hayatın olağan akışına uygun da değildir"
Erdoğan, her şey gibi, devletlerin yönetim sistemlerinin de zaman içinde geliştiğine ve dönüştüğüne dikkat çekerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türk toplum ve yönetim yapısı son 2 asırdır, dünyada yaşanan gelişmeleri çok yakından takip etmiştir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içlerinde bağımsız bir şekilde çalışması esası üzerine kurulu kuvvetler ayrılığı, işte bu sürecin eseridir. Kuvvetler ayrılığı prensibi, demokrasinin ve cumhuriyetin temelidir. Her toplum ve devlet, kuvvetler ayrılığı ilkesini, kendi serencamına uygun şekilde hayata geçirmektedir. Dolayısıyla, dünyada tek ve değişmez bir kuvvetler ayrılığı, demokrasi, cumhuriyet, hukuk devleti uygulamasından bahsedilemez. Esasen böyle bir yaklaşım hayatın olağan akışına uygun da değildir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nde seçimle gelen başkan yardımcısı, aynı zamanda senatonun ve kongrenin de başkanıdır. Yine bu ülkede, Anayasa Mahkemesinin tüm üyeleri, başkan tarafından atanmaktadır. Görüldüğü gibi, Amerika Birleşik Devletleri'nde bu durum, yürütmenin yasama organı üzerindeki tahakkümü, bir başka ifadeyle kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir durum olarak anlaşılmamaktadır. Bu çerçevedeki en son ve en çarpıcı örneklerden biri de şu an İngiltere'de yaşanıyor. Kraliçe, halkın iradesi olan halk oylaması sonuçlarının uygulanmasını sağlamak üzere, başbakanın teklifi üzerine, parlamentoyu bir ay süreyle askıya aldı. İngiliz demokrasisi, halk oylaması sonuçlarını hayata geçirmek üzere kendi içinde kuvvetler ayrılığı ilkesini bu şekilde yorumlayarak, tıkanan sistemi açma yoluna gitti.”
"Kuvvetler ayrılığı prensibinin, çatışma anlayışıyla yorumlanması, ülkeye ve millete zarar getirir"
Türkiye'nin, darbelerden vesayete kadar pek çok sıkıntılı süreç yaşamasına karşın, halkın iradesini en üstte tutan kuvvetler ayrılığı fikrine ve bunun üzerine bina ettiği demokrasi anlayışına hep bağlı kaldığını kaydeden Erdoğan, “Geçtiğimiz yıl 24 Haziran seçimleriyle birlikte, tüm unsurlarıyla fiilen hayata geçirdiğimiz yeni yönetim sistemimiz de, kuvvetler ayrılığı ilkesinin daha belirgin ve keskin bir şekilde işletilmesine dayalıdır. Bilindiği gibi Anayasamızın amir hükümleri gereğince, Cumhurbaşkanı sadece yürütmenin değil, aynı zamanda devletin de başıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin birliğini, beraberliğini, tüm kurumlarıyla etkin şekilde işlemesini temin, Cumhurbaşkanının en öncelikli görevidir. Anayasamızın lafzında ve ruhunda açıkça yer alan bu yaklaşımı, kuvvetler ayrılığı için bir tehdit değil, tam tersine birleştirici bir güç olarak görüyoruz. Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız bir şekilde çalışması, hepsinin de, Anayasada Cumhurbaşkanına verilen ‘devletin başı' misyonu etrafında birlikte hareket etmelerine mani değildir. Devlete ait yetki ve görevlerin, herhangi bir üstünlük sıralaması olmadan kullanılması olan kuvvetler ayrılığı prensibinin, denge yerine çatışma anlayışıyla yorumlanması, ülkeye ve millete fayda değil zarar getirir. Çünkü, kuvvetlerin kendi içlerindeki faaliyetlerini yürütürken sahip oldukları bağımsızlık, başlı başına bir egemenlik hakkı değildir. Devlet sisteminde illa bir üstünlük aranacaksa, bu ancak Anayasa'nın ve orada tezahür eden milli egemenliğin üstünlüğü olabilir. Milli egemenliği, yasama ve yürütme kurumları demokratik seçimlerle doğrudan milletten aldıkları güçle kullanır. Yargı ise Anayasa'yı ve kanunları yapan yasama organından aldığı yetkiyle görevini yürütür. Kuvvetler ayrılığı sistemindeki yargı bağımsızlığı, bu erkin kendisine yargı yetkisi veren hukuk kurallarını eksiksiz bir şekilde uygulaması sorumluluğu ve gücünden kaynaklanır. Hakimler Savcılar Kurulu üyelerinin Meclis ve yürütme tarafından seçilmesi de aynı mantığa dayanıyor. Türkiye'nin örnek aldığı batı demokrasilerinde yargı organlarının kararlarını kanun adına vermesi yine bu anlayışın sonucudur. Ülkemizdeki tartışmalarda, kuvvetler ayrılığına yönelik ithamların daha ziyade yürütme-yargı gerilimi üzerine bina edilmesinin sebebi bu önemli gerçeği örtmeye yöneliktir” diye konuştu.
"Başkanları, bağnaz ve provokatif dayatmalara karşı gösterdikleri duruş sebebiyle tebrik ediyorum"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”Yeni yönetim sistemimizde yürütmenin de temsilcisi olan Cumhurbaşkanına kuvvetler ayrılığı konusunda yöneltilen ithamların çoğu temelsizdir” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ülkemizdeki demokratik sistemde Cumhurbaşkanına açılan alan, üstünlük bağlamında değil, tüm kurumların ahenk içinde çalışmasını gözetme noktasındadır. Yargı üzerinden, milletten ve hukuktan aldığı yetkiyle görevini yapan yürütme erki ile onun temsilcisi olan Cumhurbaşkanına saldırmak, aslında doğrudan siyasal alanı hedef almaktır. Kuvvetler ayrımındaki yerinin ötesinde, tamamen ideolojik ve bağnaz bir tahayyülle yargı bağımsızlığı sözünü gündemde tutanlar, en çok demokrasiye, cumhuriyete, milli iradeye zarar veriyor. Bilindiği gibi, son Anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı kavramı, yargının tarafsızlığı ilkesi ile tahkim edilmiştir. Buna rağmen, demokrasiyi ve onun kurucu unsuru olarak siyaseti mesnetsiz saldırılarla yaralamaya çalışmak, en başta yargı kurumuna saygısızlıktır.
Bunun en güncel örneği de, idare içerisinde kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekkülleri olan bir takım baroların Adli Yıl açılışını, sırf mekanından dolayı provoke etmeleridir. Bu mekan şahsıma ait değil. Devletin tüm kurumları bu mekanı rahatlıkla kullanma imkanına sahiptir. Üstelik bu meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin ‘çoğulcu demokrasiyle' bağdaşmadığı kabul edilen bir gerçek olduğu halde böyle bir tartışma yaşanıyor. Halbuki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, bu gazi mekan, konferans salonu, sergi salonu, camisi, 15 Temmuz anıtı, tamamlanmak üzere olan kütüphanesi ve inşası süren müzesiyle, milletimizin, dolayısıyla da tüm kurumlarımızın evidir. Önümüzdeki dönemde ilk çözmemiz gereken meselelerden birinin, barolar başta olmak üzere tüm meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin temsili demokrasiye uygun hale getirilmesi olduğuna inanıyorum. Yargıtay ve Türkiye Barolar Birliği Başkanlarımızı, bu bağnaz ve provokatif dayatmalara karşı gösterdikleri dirayetli ve demokratik duruş sebebiyle tebrik ediyorum. Yargı kurumunun nefasetine zarar veren, ülkemizdeki avukatların kahir ekseriyetinin hissiyatını ve tercihini de temsil etmediğine inandığım bu tür yanlışların ileride tekrarlanmayacağını umuyorum.”
"Partimin adının başına 'adalet' kelimesi getirilmesi sıradan bir tercih değil"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kurucu genel başkanı olduğu partinin adının başına ‘adalet' kelimesinin getirilmesinin sıradan bir tercih olmadığına dikkat çekerek, “İktidara geldiğimiz günden beri hep bu ideal uğrunda mücadele ettik, pek çok reform hayata geçirdik. Anayasamızda ve kanunlarımızda yaptığımız değişikliklerin tek amacı, adaletin daha güçlü bir şekilde tesisini sağlamaktır. Temel kanunların yenilenmesinden yargı mensuplarının özlük haklarının iyileştirilmesine, adliye binalarının modernleştirilmesinden istinaf mahkemelerinin kuruluşuna, yargıda hedef süreden e-devlet uygulamalarına, adli tıptan bilirkişiliğe, lekelenmeme hakkından arabuluculuk müessesine kadar her alanda adalet sistemini geliştirecek tarihi reformlara imza attık” dedi.
"Hazırlıklarımız son aşamasına geldi"
Yargı Reformu Strateji Belgesine değinen Erdoğan, şunları kaydetti:
“Demokrasimizi güçlendirmek, vatandaşlarımızın adalet beklentisine en yüksek cevabı vermek, uluslararası alanda Türkiye'nin hukuk devleti niteliğini tahkim etmek amacıyla yeni reform hazırlıkları içindeyiz.
Tutukluluktan ifade özgürlüğüne, savunma hakkından adalete erişime kadar birçok alandaki reform vizyonumuzu, bu belgeyle ortaya koyduk. ‘Güven veren ve erişilebilir bir adalet' anlayışıyla oluşturduğumuz yargı reformu strateji belgemizin, hukuk camiasında ve kamuoyunda memnuniyetle karşılandığını görüyoruz. Reform belgesindeki hedeflerimizi hayata geçirmek için hem mevzuat değişikliği, hem de idari düzenlemeler konusundaki hazırlıklarımız son aşamasına geldi. Tabii asıl önemli olan uygulamadır.
Ülkemizde kağıt üzerinde mükemmel duran nice düzenlemenin, uygulamadaki çarpıklıklar sebebiyle nasıl sıkıntılara ve adaletsizliklere yol açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunun için mevzuat değişiklikleri ve idari düzenlemeler kadar zihniyet değişimine de önem veriyoruz. Vatandaşlarımızın adalet sistemine duydukları güveni ancak bu şekilde arzu ettiğimiz seviyeye getirebileceğimize inanıyoruz. Avrupa Birliği organları her ne kadar ülkemize karşı açıkça ayrımcı bir tutum içindeyse de, biz bu reform belgesiyle aynı zamanda tam üyelik yükümlülüklerimize olan bağlılığımızı da göstermiş oluyoruz. Önümüzdeki dönemde devam ettireceğimiz dinamik reform süreciyle, inşallah demokrasimizi güçlendirecek, milli iradenin üstünlüğünü inşallah daha da pekiştireceğiz. Yargı süreçlerini sadeleştirerek, uyuşmazlıklar için alternatif çözüm yolları geliştirerek, önleyici hukuk uygulamalarını sistemimize kazandırarak, bu reformu kısa sürede hayata geçirmekte kararlıyız.
Hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi, güvence altına alınması için kapsamlı bir İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıyoruz. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesini, hukukun üstünlüğünün, bununla birlikte bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasının temel şartı olarak görüyoruz. Kaliteli insan kaynağı her alan gibi, adalet sisteminin iyi bir şekilde işleyişinin de temel şartıdır. Hukuk eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi, yargı reformu stratejimizin en önemli unsurlarından biridir. Hakim ve savcı yardımcılıklarının ihdası, bu bakımdan gerçekten çığır açıcı bir yenilik olacaktır.
Meslek öncesi ve meslek içi eğitimi de daha etkin hale getireceğiz. Bilirkişilik, yazı işleri hizmetleri, bilişim sistemi, tebligat, uzmanlaşma gibi yargı faaliyetlerinin destek unsurlarıyla ilgili reformları da ihmal etmiyoruz. Savunma hakkı ve bunun en önemli unsuru olan avukatlar konusu da, yargı reformu stratejimizin en önemli başlıklarından biridir. Avukatlık mesleğine girişten stajlara kadar, bu konuda sorun yaşanan pek çok uygulamayı önümüzdeki dönemde değiştiriyoruz. Sistemi mümkün olduğunca sadeleştirerek, görevsizlik ve yetkisizlik kararlarına yol açan problemleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Soruşturma, kovuşturma ve cezaların infazı aşamalarını kapsayan ceza adaletinde; adil, etkin, rasyonel bir işleyişi temin etmek zorundayız.
Cumhuriyet savcılarının takdir yetkilerinin genişletilmesinden soruşturma aşamasının etkinleştirilmesine kadar, bu çerçevede pek çok yeniliği hayata geçireceğiz. Özellikle ekonomik hayata doğrudan etkisi olan hukuk yargılamalarında da, sade ve etkin bir işleyişi temin etmekte kararlıyız. Yargı mensuplarımızın, mesai mefhumu gözetmeksizin, işlerini layıkıyla yerine getirmek için gösterdikleri gayrete yakinen şahidim. Yeni reformlarla sistemi geliştirerek, güçlendirerek, ileriye taşıyarak, adaletin en etkin ve hızlı şekilde tecellisini sağlamak için sizlerle birlikte çalışmaya devam edeceğiz.”(İHA)