İtilaf Devletleri, Anadolu toprakları üzerine kara bir bulut gibi çökerken 1920 yılı başlarında kıyılarda da durum farklı değildir. Anadolu kıyılarının önemli bir kısmı işgal altındadır. Gemilerin, işgal kuvvetlerinin emri dışında hareket etmesi yasaktır. Özellikle Rusya ile yapılan görüşmeler sonrası denizler üzerinden Ankara’ya malzeme gelmeye başlar. Gerek İstanbul’dan kaçırılan gerekse Rusya’dan gelen malzemelerin nakli sırasında çok sık olmamakla birlikte aksaklıklar yaşanır. Aksaklıkları gidermek üzerine 10 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’da Umur-ı Bahriye Müdürlüğü kurulur. Müdürlüğün başlıca görevleri mevcut tüm liman örgütlerini yönetmek, deniz yoluyla yapılan ulaştırma çalışmalarını bir düzene sokmak ve denizlerde verilen Milli Mücadele’yi bir düzene oturmaktır. Harekât açısından Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ne karşı olan müdürlük esas olarak Milli Müdafaa Vekâleti’ne bağlıdır. Müdürlüğün başına Güverte Kıdemli Yüzbaşı Ahmet Şevket Bey atanır. Şevket Bey’in emrine küçük rütbeli beş subay verilir. Şevket Bey dâhil bu altı kişilik ekip Ankara’da küçük bir binada göreve başlar. Küçük bir bina derken Samanpazarı’nda bir ev kiralanır. Müdürlüğün ilk merkezi de bu ev olur. Daha sonra Cebeci’de Mekteb-i Sultani’ye yani bir liseye taşınırlar. Bu arada belirtelim, Milli Mücadele’nin başlangıcından itibaren kara subayları gibi çok sayıda deniz subayı da Anadolu’ya akın eder. Anadolu’da görev yapacak deniz subaylarının seçimini, İstanbul’daki gizli gruplar yapar. Bir süre sonra Ankara denizcilerle dolar. Bu nedenle Ankara hükümeti geçişleri bir süre askıya alır. Bu subaylara bulundukları yerlerde Milli Mücadele’ye katkı yapmaları istenir. Peki, denize alışmış ve Osmanlı zamanında başkent İstanbul olduğu için merkezde de çalışsalar deniz kenarında olan askerler, bir anda denizi olmayan Ankara’ya gelince ne hissederler? Bunu, kendisi de 1920’de söz konusu müdürlüğün personeli olan subaylardan Emrullah Nutku’nun “Denizden Sesler Geliyordu” isimli anılarından dinleyelim: “Meslek görevleri bakımından hayatlarını deniz kıyısında ve sahil şehirlerinde geçirmeye alışmış olan Bahriyeliler Ankara’da karaya vurmuş balık gibiydiler. O güne kadar kalpaklı ve apoletli kara subaylarını görmüş ve tanımış olan Ankara halkı da siyah ceket, çizmesiz pantolonlu kolları şeritli, başlarında fes veya kalpak yerine sırma şeritli bir başlık (serpuş) giyinen resmi şahısları yadırgamış, bunların subay olduklarını bile uzun süre anlayamamıştı. Anladıktan sonra da bunların karada ne işleri olduğunu sormaktan usanmamışlardı. Bu soruları gülümseyerek karşıladıkları halde Bahriyeliler de deniz olmayan yerde yaşamanın güçlüğünü belli etmemeye çalışıyorlardı.”
Editör: TE Bilisim