Çocukluğumdan beri Türk sinemasına ilgi duyarım. Her bir sanatçının, her bir filmin öyküsüne bakar detaylıca araştırırım. Yoğunluktan çok kitap okumaya fırsat bulamıyor insan gündelik hayat koşuşturmacası ona da engel oluyor ama okuyucularım bilir biyografi okumanın önemine çoğu kez değindim. Bu yazımda hangi yaşama mı tanıklık edeceğiz? Türk sinemasının dev ismi yüce sanatçı Adile Naşit’in yaşam öyküsüne bakacağız. Gülen yüzü, şen kahkahaları ve sevimli görünüşünün altında ne denli acılar çektiğini ve ne kadar hassas bir kalbi olduğunu okuyunca anlayacağız. Alıntılamış olduğum yaşam öyküsü şu şekilde: ‘’ Adile, 17 Haziran 1930’da doğduğunda tiyatro oyuncusu annesi Amelya ve komedyen babası Komik-i Şehir Naşit (Naşit Özcan), kızlarına Adela Özcan adını verdi. Adile, mesleğini doğuştan seçmiş olabilirdi. Çünkü sanat dolu bir ailede büyüdü. Dedesi Kemani Yorgo Efendi, anneannesi de zamanının meşhur kantocularından Küçük Verjin’di. Abisi Selim ve yıllar sonra evleneceği Zeki Keskiner de bir tiyatro sanatçısıydı.’’ ‘’Adile, ailesiyle huzurlu bir çocukluk geçirdi. Ancak öğrenim hayatını 14 yaşına geldiğinde sonlandıracaktı. Onun serüveni gencecik bir kızken başladı. Adile 14 yaşında okulu bıraktı, çünkü babası ölmüştü. Hayat artık buruk bir eğlence olacaktı onun için.’’ ‘’İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu’na girdi. Sinema dünyasını güldüren babasının yansıması olarak sahnelerde olacaktı artık Adile. Halide Pişkin Tiyatro Grubu ile ilk kez ‘’Her şeyden biraz’’ oyuncularından biri olarak çıktı sahneye. Enerjisi mükemmeldi, babasının kızıydı. Gülen yüzü ile hafızalara kazınacağı aslında bu ilk adımla kendini göstermişti. Sadece tastiği için zamanın da onayını almak gerekecekti.’’ ‘’Adile, tiyatro sahnelerinde oyunculuğu ile göz dolduruyordu. Sinemaya da adım atması kaçınılmaz olacaktı elbet.’’1947’de Seyfi Havaeri’nin yönetmenliğinde ‘’Yara’’ filmiyle sinemaya ilk adımını attı. Bu ilk adımdan sonra 1948 yılı Adile’nin dönüm noktası olacaktı. ‘’Lüküs Hayat’’ ile 1948’de kendine has gülüşü, yarattığı karakter beğenileri üzerinde toplamıştı. Artık Türkiye’nin sevgilisi Adile Naşit olmak için, tabela köprüden önceki son çıkışı gösteriyordu.’’ ‘’Adile, kendisi gibi oyuncu olan Ziya Keskiner ile gönülden kurduğu bağdan sonra 1950’de evlendi. Adile ve Ziya birbirini seviyordu ve mutluydu. 1952’de ilk ve tek çocukları olan Ahmet’in aralarına katılmasıyla mutlulukları perçinlendi. Sağ yanağında karakteristik bir benle doğan Ahmet, onları çekirdek aile yapmıştı. Ahmet büyümüş, okullu olmuştu. Mutlu ailelerinin üzerine ilk gölge Ahmet ikinci sınıftayken düştü. Çünkü rahatsızlanması sonucu hastaneye götürdüklerinde kalbinin doğuştan delik olduğunu öğrendiler.’’ ‘’Ahmet, uzun yıllar okula gidemedi. Dışarıdan bitirme sınavlara giriyordu. Böyle böyle ortaokula kadar gelmişti. Ahmet, ortaokul bitirme sınavları sürecinde kalbi ciddi bir şekilde rahatsızlanmıştı ve doktorlar onun ameliyat olması gerektiğini söylüyordu. Nihayet Ahmet ameliyata gönderildi. Ahmet’in ameliyatı çok iyi geçmişti, iyileşecekti. Ama ameliyat sonrasında bir gün beklenmedik kötü bir sürprizle Ahmet komaya girdi. Bu bekleyiş annesi ve babası için derin bir sessizlikti.16 Haziran 1966’da Ahmet gözlerini artık bir daha açamayacaktı. Girdiği komadan hiç uyanamadı. Üstelik yarın annesinin doğum günüydü.’’ ‘’Adile Naşit oğlunun ölüm haberini İzmir’de bir oyununun öncesinde aldı. Yıkıldı, kahroldu, ama gözyaşlarını içine akıtmayı tercih etti. Aldığı haberin yıkıcılığına rağmen her zamanki şen kahkahasını yüzüne maske edip sahneye çıktı ve seyircisini güldürdü.’’ ‘’Bugün, tüm hayatının değişeceği gündü. Bizleri güldürmeye bugün bile devam eden Hafize Ana’nın kahkahalarının ardında oğlunun hasreti ve yasının ilk günkü tazeliği vardı. Zaman böyle bir sürü olayla geçerken Adile Naşit, bağırsak kanserine yakalandı. Kanserle savaşırken de mesleğini ve çocukları asla ihmal etmedi. Ancak bünyesi savaşı kaybetti ve o, 11 Aralık 1987’de yaşamını bitirdi’’