Covid 19 sürecinde evde olduğumuz günlerde insanlar olabildiğince kitap okudu, film izledi, müzik dinledi, iki lafın belini kırıp yakınlarıyla , eşiyle dostuyla uzaktan da olsa sohbet etti. Karantina sürecinde yapılabilecek en güzel şeylerden biri şüphesiz okumaktı. Aşık Veysel’in eserlerine çarptı geçenlerde gözüm unutmak ne mümkün eşsiz halk ozanımızı. Aksine, kültürel değerlerimizi, halk ozanlarımızı, sanatçılarımızı elimizden geldiğince yaşatmalıyız. Ne mutlu ki gönüllere taht kuran Aşık Veysel’in eserleri hala dilden dile dolaşmaya devam etmekte. “Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.” Seferberlik döneminde kardeşi de dahil tüm arkadaşlarının cepheye gitmesiyle hüzünlenmiştir Aşık Veysel. Arkadaşsızlık, sefalet ve vatana olan borcunu yerine getirememenin ağırlığı derken kendini mutsuz hissettiği bir dönemi anlatmıştır bu cümlelerle. Daha sonra ise onu Aşık Veysel yapan dizeler dökülmeye başlamış ağzından birer birer... “Ne yazık ki bana olmadı kısmet Düşmanı denize dökerken millet Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet Kılıç vurmak için düşman başına. Bugünler müyesser olsaydı bana Minnet etmez idim bir kaşık kana Mukadder harici gelmez meydana Neler geldi bu Veysel’in başına.” Bu ve bunun gibi hayatının her döneminde yaşadığı acıları isyan etmeden ama kederlenerek anlatmış Aşık Veysel. Öyle güzel anlatmış ki dinlerken iliklerimize kadar hissetmişiz bu hikayeleri. Her bir hikayeyi sazının tellerine vurmuş. Kültürümüzün özü olan türküleri nesilden nesile ağızlardan düşmemiş. "Benim sadık yarim kara topraktır", "Uzun ince bir yoldayım...", "Güzelliğin on par etmez", "Gün ikindi akşam olur, gör ki başa neler gelir. Veysel gider adı kalır, dostlar beni hatırlasın." Bizlere düşen görev ise, böyle bir değeri gelecek nesillere anlatmaktır. Çünkü böyle bir değer onlara bırakılacak en büyük mirastır.