Konfüçyüs’e sormuşlar: - Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız iş ne olurdu? - Ünlü filozof cevap vermiş: “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dinleyenlerin hayret dolu bakışları arasında sözlerini şöyle sürdürmüş: “Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir. Konfüçyüs’ün sözlerinden de anlaşıldığı gibi, dilin millet ve devlet varlığı içindeki bu ağırlıklı yeri dolayısıyla, bir milleti bölüp parçalama hedefi güdenler, önce o milletin kültürüne musallat olurlar. Onu yozlaştırma ve parçalama yöntemine başvururlar. Bunun da en iyi vasıtası dildir. Dil ile düşünce, dil ile toplum ve dil ile kültür arasındaki bu sıkı bağlantı dolayısıyladır ki, bir ülkenin millî birlik ve bütünlüğü, toplumun fertlerini birbirine perçinleyen dil ile sağlanabilmektedir. Dilin bu özelliği Atatürk tarafından şu sözlerle dile getirilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Türk Dil Kurumu, Türk dilinin güzelliğini ortaya koymak ve Türk millî kültürünün en mühim parçası olan Türk dilini korumak için 85 yıl önce 12 temmuz 1932’de kuruldu. Bilindiği üzere, 2017 yılı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yüksek himayelerinde Türk Dili Yılı ilan edildi. 85 yıldır Türkçenin kimliğini muhafaza etmek için çalışan Türk Dil Kurumu, Türkçenin renkleri solmasın diye herkesi seferberliğe davet ediyor. Zira dilin kendi kendine yozlaşma kabiliyeti yoktur. Her ne kadar dil “yaşayan” ve “ölü” gibi sıfatlarla anılabilse de dili yaşatan da öldüren de besleyen de kirleten de kullanıcılarıdır. Her fırsatta konuşuru olduğumuz için övündüğümüz, zenginliğinden mağrur olduğumuz dilin ateşini, kendi kalemlerimizle, sözlerimizle, gözlerimizle söndürmekteyiz. Günlük yaşamda, yazın yaşamında ve yayın kuruluşlarında iki dilli konuşma, iki dille yazma ve iki dille yayın yapma yaygın bir alışkanlık hâline geldi. Yabancı sözcük kullanımı bireysel düzeyde olmayıp kitle iletişim araçlarında her geçen gün sayıca artıyor. Kitle iletişim araçlarının pek çoğunda, Türkçeyi doğru kullanma ve düzgün telaffuz etme özelliklerinin kaybolmaya başladığı görülmektedir. Ülkemizde sanayileşme, kentleşme ve ekonomik gelişme sonucu köylerden kentlere nüfus akınları toplumsal değişimlere ve dilde bozulmalara neden olmuştur. Radyo ve televizyonlarda, dil bilinci ve sevgisi kazandırılmadığı için Osmanlı Türkçesinden gelme kelimelerin yanlış telaffuzları, dilin giderek argo dile dönüşmesine, vurgu ve tonlamaların yanlışlığına, görüntülü yayınlarda sunucuların garip el kol hareketleri ile tuhaf konuşmalarına yol açmaktadır. TRT kanallarının ve bazı özel yayın organlarının Türkçemiz konusunda oldukça duyarlı olduğunu hatırlatalım. Türkçenin gazete, radyo ve televizyonlarda doğru, güzel ve anlaşılır şekilde kullanılması için yayıncı kuruluşlara ve medya çalışanlarına önemli görevler düşüyor. Kültür emperyalizminin bir sonucu olarak yabancı kökenli sözcük akını ile karşı karşıya kalan dilimize yerleşen yabancı sözcüklerin, sadece konuşma ve yazı dilinde değil yazılı ve görsel basında da önüne geçilmesi millî görevlerimizdendir.