Türkiye güvenlik ve savunma politikalarını Soğuk Savaş döneminde Batı kulübünün politikalarına göre belirledi. Tamamen NATO’ya angaje bir strateji içerisine girildi. Sınır güvenliği ve ordusunun ihtiyaçları bile bu stratejiye göre şekillendi. İttifakın en büyük ikinci kara ordusu, kendi topraklarına yönelik tehditleri de sınırlarında karşılama konseptine göre organize edildi. Bu konseptten istisnai olarak sadece 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda sapıldı. 1980’li yılların ikinci yarısıyla birlikte terörle mücadele Türkiye’nin en önemli gündem maddesi haline geldi. Yoğun iç güvenlik harekâtları sonunda Türkiye mecburen kendi sınırlarına hapsoldu. Sınır ötesi operasyonları da girilip çıkıldığı ve kalıcı olunmadığı için teröre karşı sadece ülke içindeki kazanımları koruma görevi olarak adlandırılabilirdi. 2011 Mart ayında Suriye İç Savaşı’nın patlamasıyla bu stratejide önemli bir değişikliğe gidilmesi gerekliliği Türkiye’nin karşısına zorunlu olarak çıktı. Bu stratejiden küçük küçük sapmalar yaşanmaya başladı. Bu bağlamda yeni savunma doktrini, sorunları sınırlarından ötede karşılamak olarak somutlandırıldı. İşte Türkiye, Suriye’deki savaşı ve olası sonuçlarını bu nedenle sınırlarında değil de İdlib gibi yerlerde ısrar ederek sınırlarının ötesinde karşılamaya çalışıyor. Sorunu, sınırlarına gelmeden çözme, boğma ve tehdidi ortadan kaldırma stratejisi uyguluyor. Türkiye burada kimi zaman ABD ile kimi zaman da Rusya ile birlikte görüntü veriyor. Hangi tarafa daha yakın dursa hemen birini diğerine tercih ettiği yorumları beraberinde geliyor. Ancak bu yorumlar yapılırken gözden kaçırılan unsur, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın kaygan zemini. Türkiye de bu kaygan zeminde bir tarafı tutmak değil, bir bakıma hegemon güçler arasındaki çelişkilerden faydalanma stratejisi izliyor. Dün bekasını korumak için ABD ile iyi ilişkilerin, bugün Rusya ile iyi ilişkilere evrilmesi de eksen kaymasıyla değil ancak coğrafyanın kaygan zemininde Türkiye’nin kendisine alan açmak için çabası olarak açıklanabilir. Herkes kabul ediyor ki dünya, bu yüzyılın başından beri belirsizliklerin öne çıktığı bir dönemden geçiyor. Bu belirsizlikler büyük askeri seçenekleri bile tetikleyecek kadar karmaşık. Yine herkesçe kabul edilen bir gerçek var ki belirsizliklerin düğümü, Türkiye’nin de tam ortasında bulunduğu coğrafyada çözülecek. Suriye’deki iç savaş dokuzuncu yılına girerken bölgenin güvenliği, siyaset uzmanlarının da tespit ettiği gibi Soğuk Savaş’tan beri en derin krizlere sahne olmaya başladı. Arap Baharı ile Orta Doğu’daki değişimler, terörist saldırılar ve vekâlet savaşları, Türkiye’nin dış politikasını yenileme ihtiyacı doğurdu. Türkiye, Fırat Kalkanı ile DEAŞ’ı hedef alırken, Zeytin Dalı ile de PKK/YPG’nin üzerine gitti. Türkiye ardından Barış Pınarı harekâtını başlattı. Uzmanlar, bu harekâtların Türkiye’nin güvenlik stratejisinde iki önemli mesaj barındırdığını belirtiyor. Birincisi, “Suriye’de kaybetti” denilen Türkiye’nin hâlâ aktif olduğu ve sahada “kaybetmeyen” olarak bulunduğunun göstergesi. İkinci ise Türkiye’nin politika değişikliğindeki asıl amacı aslında sınır güvenliğini ve bekasına yönelik tehditleri en yüksek seviyede ve sınırlarının ötesinde karşılamaya yönelik adımlar. İkinci yoruma aslında Libya Mutabakatı da eklenince mesele daha da netleşiyor.
Editör: TE Bilisim