‘‘İnsanlık tarihine şiddet son bulduğu zaman geçeceğiz’’

Abone Ol
‘’BİZ BUGÜN İNSANLIK TARİHİNE ULAŞMAK, İNSANLIĞIN GERÇEK ANLAMDA BAŞLADIĞI NOKTAYA ULAŞMAK İÇİN BİR ARAYA GELDİK’’ Açılış konuşmasını gerçekleştiren Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı Rıza Sümer,  ‘’ İnsana, hayvana ve çevreye şiddetin biteceğine inanan insanlar burada buluşuyorsa ve buraya bir umutla gelmeyi başarıyorsa umut her daim var demektir.  Bütün bunlar hala bu dünyada oluyorsa sizinle birlikte olmak şiddetin biteceğine yönelik çalışmalarda bulunmak her şeye değer. İnsanlık tarihini başlatan insanoğludur ama  ilkçağ, ortaçağ, sanayi devrimi diye sınıflandıranlara saygı duymak gerekir ama bu kabullenmek anlamına gelmez. Ben bu tarihi bölünmeleri de değerli bulmakla beraber insanın tarihinin başladığına fakat insanlık tarihinin başlamadığına inanıyorum. İnsanın insana, çevreye ve hayvana uyguladığı şiddet bittiği zaman insanlık tarihine geçeceğiz. Biz bugün insanlık tarihine ulaşmak, insanlığın gerçek anlamda başladığı noktaya ulaşmak için bir araya geldik.’’ ‘’ŞİDDET, TEK BAŞINA ÖNÜNÜ ARKASINI ALABİLECEĞİMİZ BİR KONU DEĞİL’’ Forumda söz alan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli Uzman Psikolog Şenay Ölmez ise, şiddetin esasen öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğunu dile getirerek şu ifadelere yer verdi: ‘’Çok uzun yıllar Ankara Üniversitesi Psikiyatri kliniğinde çalıştım ve hala işbirliğim devam ediyor. Şiddeti konuşurken aslında bir tanımdan bahsetmek çok zor.  Geçmişte hatırladığınız bir anıyı düşünün bu anı olumlu mu olumsuz mu önce  onu hatırlamaya çalışın. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki insanların çocukluk döneminde olumsuz anıları hatırlama oranı daha yüksek. Aslında biz hepimiz farklı düzeylerde ve farklı şiddetlerde saldırılara maruz kalmış olabiliriz. Psikolojide yetişkin veya çocuk özellikle erken çocukluk döneminde şiddete maruz kalırsa bunu öğrenir. Psikolojik, fiziksel, ekonomik, sosyal gibi birçok şiddet tanımı mevcut. Biz psikolojik şiddeti şuan için ölçemiyoruz. Psikolojik şiddet dediğimiz karşıdaki kişiyi yok saymadan, ötekileştirmeye, görmezden gelmeye, aşağılanmaya, önemsenmemeye kadar giden bir periyot.  Sosyal medyanın da etkisiyle şiddetin türlerinin arttığı bir dönem yaşıyoruz. Şiddet, güçlünün güçsüze karşı uyguladığı haksız bir davranıştır. Psikoloji alanında nam yapmış düşünürler temelde insanda saldırganlık duygusunun olduğunu belirtir. Sevgi var mı, saygı var mı, değerleri var mı var. Peki bu değerler içerisinde saldırganlık, kızgınlık var mı? Yine var. Biz bunları yok etmenin ya da reddetmenin peşinde değiliz. Saldırganlık öne çıktığı zaman zaten şiddete dönüşüyor ve şiddet o zaman yıkıcı oluyor. Bir canlıya, bir kadına, bir engelliye, bir yaşlıya  derken daha da genişliyor. Bu bağlamda şiddet, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir halk sağlığı sorunudur. Biz bireysel düzeyde saldırganlıkla toplumsal düzeyde saldırganlık ve şiddeti aynı çatı altına koyuyoruz oysa bireysel düzeyde yaşanan şiddetle toplumsal düzeyde yaşanan şiddet arasında fark vardır. Kişi saldırganlığı görebilir ama o an uygulamaz yıllar geçtikten sonra engellendiği bir yerde ortaya çıkar yani aslında şiddet unutulan bir davranış olarak kişi belleğinde onu yok edemez. ‘’ İnsan kendini savunmalı? Tabi ki savunmalıdır. Peki şiddetle mi savunmalı tabi ki hayır. Trafikte gördüğünüz her bir tartışma, sosyal medyada gördüğünüz şiddet olayları, iş yerindeki mobbing, spordaki şiddet bunların hepsi kesin olarak ayrı ayrı ele alınması gerekir.  Özellikle altını çizmek istediğim bir şiddet türü var kadına yönelik şiddet. Kadına uygulanan şiddet, dezavantajlı gruba karşı uygulanan her türlü kötü muamele güç kullanmayı yok sayma, cinsellikte dahil ciddi anlamda travmalara neden olacak yaşantılara maruz bırakma konusu çok önemli çünkü kadın, çocuk büyütüyor. Kadına yönelik yapılan çalışmalarda birtakım travmalara maruz kalan kadınlara sorulduğunda kadınların da annelerinden ya da babalarından çocukluk yaşantılarında şiddet gördüğü izlenmiş. Şiddet, tek başına önünü arkasını alabileceğimiz bir konu değil bu yüzden kadına yönelik şiddeti konuştuğumuz zaman yine kendi büyüdüğümüz ev ortamımızı ya da şu anki yaşantınızı düşünün orada herhangi bir şiddete maruz kaldınız mı?  Bunları gördüğünüzde engellendiğiniz bir yerde tekrar bunu davranışa yansıtma potansiyelinizin çok yüksek olduğunu bilerek bu olayla mücadele etmemiz gerekiyor.’’ ÖLMEZ: ‘’ŞİDDET, ÖĞRENİLMİŞ BİR DAVRANIŞTIR’’ ‘’Toplumun en küçük birimi olan aileye bakmakta son derece önemlidir. Türkiye’de yapılan çalışmalarda eş şiddeti yüksek oranda gözlemleniyor. Bakanlığın, Şiddetle Mücadele Merkezi’nde yapılan çalışmalarda yüzde 65’lere varan eş tarafından uygulanan psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet mağdurları var. Bunu bir tek kadın yaşamıyor aynı zamanda çocuk da şahit oluyor. Şiddet, kesin olarak öğrenilen bir davranıştır ‘’ Türkiye’de yaşanan şiddet olaylarında yasalar, uygulamalardaki sorunlar, gönüllülük ve STK’ların rolünü aktaran Kadın ve Çocuk Hakları Savunucusu Avukat Jülide Soybaş’da şiddet içeren her türlü olayda bir an evvel şikayet ve ihbar mercilerine müracaatın hayati önemine vurgu yaparak şu değerlendirmelerde bulundu: ‘’17 yıldır kadın ve çocuk hakları alanında mücadele eden bir avukat olarak sizinle yasal düzenlemeleri ve deneyimlerimi paylaşmak isterim. Öncelikle bazı verileri paylaşmakta fayda var.  Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu şiddetle mücadelede önemli bir sivil toplum kuruluşu.. Bu anlamda platformun verilerinden bahsetmek isterim. 2018 yılında kadın cinayetleri sayısı artmış ve  440’ a ulaşmış. 317 kadın cinsel şiddete uğramış ayrıca 1217 çocuk istismarı basına yansımış ve 26 çocukta öldürülmüş.  Şiddetin oluşmasında ve artmasında kuşkusuz psikolojik ve sosyolojik bir sürü etmen var.’’ ‘’Şiddete ilişkin yasal düzenlemeler arasında en önemlisi 6284 sayılı  Ailenin Korunması ve Kadına  Karşı Şiddetin önlenmesi konusundaki kanun.. Aslında hayatımızda 1998 yılında aile içi şiddetle alakalı bir düzenleme vardı fakat çok eksiklikleri vardı 2011 yılına kadar da bu şekilde uygulandı. 2012 yılında  o dönem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın sivil toplum kuruluşları ve Baro’nun da katılımıyla hazırladığı bir yasa çalışması yapıldı ve şu anda uygulanmakta olan kanun ortaya çıktı. Bu yasada şiddetin tanımı oldukça geniş yapıldı. Kişinin zarar görmesiyle ve acı çekmesiyle sonuçlanan tehdit, baskı ve özgürlüğün keyfi olarak engellenmesini de içeren toplumsal, ulusal ve özel alanda meydana gelen fiziksel, sözlü, psikolojik veya ekonomik her türlü tutum ve davranış şiddet olarak tanımlandı.   Yasada şiddet mağduru olarak, şiddete uğrayan ya da uğrama ihtimali olan tüm bireyler sayıldı herhangi bir cinsiyet ayrımı yapılmadı.’’ ‘’ŞİDDETE UĞRAYAN TÜM MAĞDURLARIN ŞİKÂYET VE İHBAR MERCİLERİNE MÜRACAAT HAKKI BULUNMAKTA’’ ‘’Şiddet tanımlamalarına bazı örnekler vermek istiyorum. Fiziksel şiddet aslında hepimizin daha görünür olarak farkında olduğu şiddet, her türlü dayak, herhangi bir cisimle vurma, tartaklama ve yaralamadır. Psikolojik şiddetse evden kovma, hakaret, küfür, küçümseyici söz ve davranışlar, cana kast içeren her türlü tehdit söz ve davranışlardır. Ekonomik şiddetse maddeye açılan, sömürülen her türlü davranıştır. Kişinin kazancının elinden alınması, evdeki kişiye bakmama onu aç bırakma gibi örnekleri verebiliriz. Cinsel şiddet ise istek dışında cinsel ilişkiye zorlama gibi örneklenebilir. Kanun kapsamında şiddete uğrayan tüm mağdurların şikâyet ve ihbar mercilerine müracaat hakkı bulunmakta. En önemlisi, kişinin yaşadığı semtteki en yakın karakol. Kişi ister karakola isterse de doğrudan Savcılığa başvurabilir. Buralara başvurulduğunda kişinin ifadesi alınacak, eğer bir fiziksel şiddete uğramışsa bunun için rapor aldırılacak ve mağdura bu yasadan faydalanıp faydalanmak istemediği sorulacaktır.  Sahada çalışan avukatlar olarak bu konuda oldukça yakınmalar var. Ankara, büyük bir şehir olmasına rağmen halen ilçelerinden şiddet mağduru olduğunu söylediği halde toplum tarafından ‘Bir kereden bir şey olmaz, bu defa sen git, şikayet etsen sanki ne yapacaksın’ gibi telkinlerle karşılaştığını söyleyen çok sayıda mağdur var. Bu konuda denetim mekanizmalarını harekete geçirmemiz gerekir. Biz bu süreçte aslında sivil toplum kuruluşları ve barolara başvurunun çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Mağdurların bunu yaparken yanlarında hukuki ve manevi destek almasının çok önemli olacağını düşünüyoruz. (Ekin Hazal DOĞRUYUSEVER)