Bu köşede yazmaya başladığımdan beri, sıklıkla yer verdiğim, hayatımda da oldukça önemsediğim konulardan biridir kadın emeği, toplumsal cinsiyet ve kadınlara biçilen roller. O zamanlar da söylediğim gibi; ataerkil toplumlarda kadın figürünün güçlenmesi gerektiği, kadınların sosyal hayatta daha çok varolmasının ne denli önemli olduğu, kadınların kendi bedenleri kendi ruhlarıyla ilgili tek söz hakkının yine kendilerinde olması gerektiği ve hayata dair her alanda kadınların söz hakkına sahip çıkılması ve desteklenmesi gerektiği konusunda, hala ve şiddetle aynı noktadayım.
Sizlerle de bu konuda hemfikir olduğumuzu umuyorum.
Kadın emeği, ana akım yaklaşımların hemen hemen hiçbirinde yeterli bir şekilde yer bulmama birlikte, çok da önemsenen başlıklardan biri değil ne yazık ki. Feminist hareketle birlikte başlayan ev içindeki karşılıksız emeğin sorgulanması ile beraber ücretli veya sıklıkla da karşılıksız olan kadın emeği biraz daha altı çizilir hale geldi.
Oldukça cinsiyetçi bir şekilde yaklaşılan ve fakat ne hikmetse doğal bir şeymiş gibi sunulan iş bölümünde kadınlara ne yazık ki, ev içine hapsedilmiş, sınırlandırılmış, ev içindeki üretim aşamasında sıklıkla yer verilmiştir. Daha da kötüsü, kadınların yaptıkları bir emek gibi değerlendirilmekten ziyade, varoluşlarının sebebi gibi görülmeye, hatta deyim yerindeyse doğaları gereği bir davranış biçimi şeklinde algılanmaya pek müsaittir.
Dahası, kadınların ev içindeki emekleri nedense bitmek bilmeyen, sonsuz bir mesai sürecini kapsamaktadır.
Çankaya Belediyesi 7, 8 ve 9 Temmuz’da, bu yıl 6.’sı düzenlenecek olan Kadın Emeği Festivali’yle, Ahlatlıbel Atatürk Parkı’nda kadınlara gelir desteği amaçladıklarını dile getiriyor. Hatta bu proje, “Elimin Emeği, Evimin Ekmeği” adıyla sürdürülüyor.
200 kadının el emeği göz nuru ürünlerinin festival süresince satışa sunulacağı da bildiriliyor.
Sadece kadınların değil, küçük-büyük, kadın-erkek herkesin emeğini oldukça önemseyen biri olarak, 7, 8, 9 Temmuz’da ben de mutlaka Ahlatlıbel Atatürk Parkı’na gidip, kadın emeğinin herhangi bir sınırda mı, yoksa hiçbir sınıra sıkıştırılmadan mı bu festivale sunulduğunu gözlemleyeceğim.
İçerisinde bulunduğumuz toplumda, daha özgür, daha mutlu yaşayabileceğimiz bir toplumsal düzen için, deyim yerindeyse bir varoluş mücadelesinde olan kadınlarla, eril dünyanın sunduğu sınırlara ve ana akım beklentilere karşı, hatta sadece kadınlarla değil, eril dünyanın tüm ötekileriyle, her daim dayanışma içerisinde olmalıyız.