Bugün millî ve manevî kimliğimizin içinde bulunduğu buhranları, travmatik kimlik bozukluğunun kökünde yatan sebepleri araştırırsak, kadının toplumdaki yerini, sosyal, siyasi ve çalışma alanındaki önemini kavrayabiliriz. Öncellikle zihnimizde Tanzimat’tan beri var olan ithal düşüncelerin dayattığı normları ve batının bize bakış açısını bir kenara koymak gerekir. Binlerce yıllık kadim bir maziye sahip olan Türk milletinin kadına bakışının seyrine kulak verip, millî hafıza kaybımızı iyileştirme gayretinde olursak, çözüm bulmak mümkün olacaktır zannederim.
Tarihte hüküm sürmüş Türk menşeli devletlerin, fermanlara “Sultanın ve Hatun’un Emri ile” ibaresini koyduğunu İbn-i Batuta’dan nakille biliyoruz. Yine aynı şekilde gelen yabancı konukları Sultan ve Hatun’un beraber karşıladıklarını, verilen ziyafetlere eşlik ettiklerini, seyyahların ve gelen elçi heyetlerinin beyanlarından ve yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Türk Hakanlarının eşlerinin yani Hatun Sultanların birçok defa, Sultan tarafından gerek Halifeye gerekse başka sultan ve beylerin huzuruna devletini temsil etmek üzere elçilik vasfıyla gönderildiği vak’anüvislerin yazdığı tarih sayfalarında kayıtlıdır.
Türk yurdu hâline gelen Anadolu topraklarında yaşayan halk kadınlara hürmeti ve saygıyı Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde gördüler. Türk cihan hâkimiyeti mefkûresine sıkı sıkı bağlı olan kadınlar, erkek askerler kadar savaşma yeteneğine sahipti. XV. yüzyılda Türkiye’yi ziyaret eden Fransız elçisi Broquere Türkmen kadınların, erkeklerden kaçmadığını ancak çok iffetli olduklarını anlatırken, Güneydeki Dulkadiroğullarına bağlı 30.000 kadın süvari bulunduğunu ifade etmektedir. Sözü geçen bu kadın süvariler dünyanın ilk kadın teşkilâtını kuran Bâcıyân-ı Rum taifesidir. Fatma Bacı liderliğinde kurulan bu teşkilât ülkenin her yerine yayılmış, Moğollara karşı mücadele etmiş ve şehitler vermiştir. Onlar alperen ruhlu, fütüvvet ehli hatunlar olarak tarihe geçmişlerdir.
Göçebe yaşam süren Türk boylarındaki kadınların zamanla, geçmişte bizzat içine dahil oldukları iktidar savaşlarından ve siyaset alanından yavaş yavaş çekildiği görülmektedir. Bunun sebebi, göçebe Türkmen gruplarının 1300 yıllarından sonra, yerleşik hayata geçmeleri ve şehir hayatına uyum sağlamalarıdır.
Osmanlı bünyesinde yaşayan Rum, Arap, Ermeni ve Acem milletlerine mensup unsurların sadece örf ve âdetlerinin Türk örflerine karışması da kadınlarımızın evlerine çekilmesinde etkili olmuştur. Kadına şiddetin olmadığı, kadına değer verildiği ve kadın emeğinin sömürülmediği günlerden bugüne nasıl geldiğimizi sorguladığımızda bazı problemlerle karşılaşıyoruz.
- yüzyılın başlarında 2020 yılına girdiğimiz şu günlerde kadının sosyal ve siyasal yaşamdaki yerinin eski Türk toplumu ile örtüşmediğini görüyoruz. Kadına layık olduğu önemi veren eski toplum değerlerimize yeniden kavuşmanın günümüz yaşam koşullarında mümkün olabilmesi için öncelikle “Kadının toplumsal yaşamda var oluşu ve kadın emeğinin güncel durumu nedir?” sorusunu cevaplamak gerekiyor.
- Kadına siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamda yeterince yer verebiliyor muyuz?
- Kadın emeğine yönelik alternatif politikalar ve özellikle kamu ve sivil alandan üretebiliyor muyuz?
- Kadınlar çalışma yaşamına nüfus oranında katılıyor mu?
- Kadın emekçilerde işsizlik oranımız çok yüksek ve bunu önleyecek politikalar üretiyor muyuz?
Ülkemizde 10 kadından 3’ü çalışmak istiyor ama 3’te 2’si iş bulabiliyor. Çalışan kadınlarımızın % 67’si işçi, emekçi ve maaşlı olarak çalışırken % 22’si ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. 2018 yılında 11 milyon kadın ev işleriyle meşgul ve 14 milyon kadın ise ailevi ve kişisel nedenlerle çalışmıyor. Ülkemize iş aramayan kadınları da dahil edersek kadın işsizlik oranı % 25.
Ülkemizde kadınların ekonomik yaşamda erkeklerden daha az para kazandığını görüyoruz. Örneğin okur-yazar olmayan bireylerin çalışma yaşamı verilerine baktığımızda erkeklerle aynı sektörde çalıştığı hâlde erkek 13 milyon kazanıyor, kadın 9 milyon kazanıyor.
Son yıllarda gerek dünyada gerekse ülkemizde uluslararası kadın örgütlerinin girişimiyle piyasa dostu politikalar geliştirilerek mikro krediler sağlanması ve kadınların beşeri ve sosyal sermayelerini yükseltmeye yönelik girişimler söz konusu olmuştur. Bu tür liberal politikaların uygulandığı ülkelerde sitemin yarattığı eşitsizlikler ve çalışma saatleri bu programı uygulayanlar tarafından dikkate alınmamaktadır. Yani söz konusu ülkelerin piyasa faaliyetlerinin devam etmesi ve ekonomideki kalkınma programları uygulanması öncelikli konulardan. Bu ülkelerde kadın sadece üretime katılıyor ve toplumsal yaşama katılımı söz konusu değil. Bizim ülkemizde de aşağı yukarı aynı durum söz konusu olmakla birlikte bazı kamu istihdam politikaları ile bu durum aşılmaya çalışılmış özellikle hanımların iş yeri ve iş sahibi olmaları yönünde çalışmalar yapılmıştır. Eğitimli kadınların ülkemizde kamusal alana katılmaları ve kamu iş gücü olarak çalışmaları ve üniversitelerde öğretim üyesi olmaları konusunda hiçbir engel olmamakla birlikte bu fırsatlar sadece belirli kesimlere yani okumuş kadınlara sunuluyor.
Ülkemiz genelinde kadının Türk toplumunun geleneksel kodlarına uygun olarak yeniden güçlenmesi, şiddete, kadın cinayetlerine, tecavüze, cinsel istismar konularına maruz kalmayan bireyler olabilmesi için; kadının kalkınma ve planlamada özgür vatandaş, eğitimli birey ve siyasette eşit söz hakkına sahip olması ile mümkündür. Tüm Anadolu kadınlarına eğitim imkânları sağlamak, gelir getirici istihdam projelerini hayata geçirmek, kadınları yaşamları hakkında söz hakkına ve karar alıcı mekanizmalara katılma hakkına sahip olmalarını temin etmek ile siyasette eşit temsil hakkı tanımak önceliklerimiz olmalıdır.
2020’de ve sonraki yıllarda, çocuk yaşta evliliklerin, namus cinayetlerinin, aile içi şiddetin önüne geçebilmek için kadınları sosyal, siyasi ve ekonomideki yerini yeniden kamusal ve toplumsal politikalarla belirlemek zorundayız. Kalkınma sadece ekonomide başarı ile mümkün değildir. Toplumsal kalkınma toplumsal eşitlik ile mümkündür. Kadınlardaki işsizlik oranının düşmesi, eğitimli ve vasıflı kadınların varlığı ve aynı zamanda sivil toplum örgütlerinde gönüllü çalışmalar yapan örgütlü kadınların varlığının topluma yeniden güç katacağına inanıyoruz. Ev içi sorumlulukların kolektif hâle getirilmesi, tüm mesleklerin kadınlara açık hâle getirilmesi, kadınların okur-yazar oranının artırılması yani kısaca yeni bir “kadın inşası” kadının kurtuluşu olacaktır. Türk toplumuna yakışan kadın modeline, cinayetlere kurban giden, dövülen, cinsel istismara uğrayan değil “Güçlü Türk Kadını Modeli”ne yeniden dönebiliriz.
Editör: TE Bilisim