Editör: TE Bilisim
Uluslararası katılımlı düzenlenen II. Ankara Hematoloji ve Onkoloji Günleri’nde konuşan Ankara Hematoloji ve Onkoloji Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, Kansere karşı çığır açan yöntem olarak görülen kişiselleştirilmiş “CAR-T Hücre” tedavisinin, ülkemizde ilk kez klinik araştırma kapsamında Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hematolojik kanserli hastalara uygulandığını belirtti. Altuntaş, “Hasta, kanser hücrelerini daha güçlü bir şekilde yok eden ve yüzbinlerce dolara mal olan tedaviden yürütülen klinik araştırma kapsamında ücretsiz yararlanabilmektedir” dedi.
Kanserde farkındalığı artıramazsak ölüm oranlarının artabileceğini söyleyen Altuntaş, kanserin önlenilebilir bir hastalık olduğunu ifade etti. Altuntaş, “Kanserde son otuz yılda başarı oranı yüzde 30’lardan yüzde 70’lere çıkmış bulunmaktadır. Bu başarı klinik araştırmalar sayesinde olmaktadır. Klinik araştırmalar yaşam süresini uzatmaktadır. Klinik araştırmalara katılmak bir insanlık görevidir” diye konuştu.
Kanser tedavisinde gelişmiş batı ülkelerinden daha ileride olduklarına vurgu yapan Altuntaş, özellikle AR-GE ve klinik araştırma konusunda katledilecek daha çok adım olduğunu söyledi. ‘Ülkemizdeki kanser hastaları umutsuz olmasınlar diyen’ Altuntaş, “Kanser olmaktan değil geç kalmaktan korkun. 21 günde bir kontrol ve tedavilerinizi yapın. Tedavi açığınızı kapatın. Düzenli egzersiz yapın, güneş ışınlarından korunun, dengeli beslenin, alkol ve sigara kullanmayın” dedi.
“4 Şubat Dünya Kanser Günü” dolayısıyla hibrit olarak uluslararası katılımlı düzenlenen “II. Ankara Hematoloji ve Onkoloji Günleri" basın toplantısına Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, Prof Dr Halil Başar, Prof Dr. Mutlu Doğan ve Prof. Dr. Berna Öksüzoğlu katıldı. Sheraton Ankara Kongre Merkezi’nde 6 Şubat’a kadar sürecek toplantıda, Ankara hematoloji ve onkoloji derneğinin ev sahipliği yaptığı toplantıda kök hücre nakli, immünoterapi, tümör aşıları, hücresel ve genetik tedaviler, kanserde destek tedavileri ve klinik araştırmalar gibi güncel gelişmeler ele alınıyor. Ankara Hematoloji ve Onkoloji Derneğinin ev sahipliği yaptığı toplantının ana gündem maddesini CAR-T hücre tedavisi ve Kanserde Agnostik Tedavi yaklaşımları oluşturuyor.
“ARTIK LÖSEMİSİZ YAŞAM MÜMKÜN”
Lösemi tedavisinin zor ve sıkıntılı ancak sonunun aydınlık bir süreç olduğunu dile getiren Altuntaş, “Günümüzde lösemi tedavi edilebilir ve tamamen yenilebilir bir hastalıktır. Ülkemizde her yıl bin 500-2 bin yeni lösemi vakası görülmektedir. Her ne kadar lösemi görülme sıklığı artmış olsa da güncel tedaviler ile uzun süreli yaşam %60'lara kadar çıkmıştır. Bazı çocukluk çağı lösemilerinde bu oran %90'lara kadar ulaşmaktadır.” diye konuştu. Lösemide ilk aşamanın ilaç tedavisi olduğunu, ilaç tedavisi ile hastalık kontrol edildikten sonra bazı hastalara kemik iliği nakli yapılması gerektiğini bildiren Altuntaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kök hücre umut kök hücre gelecektir. Ancak uygun vericisi olmayanlar için de hayatın sonu değildir. Yeni tedavilerle de lösemisiz hayat mümkün. Lösemi tedavisi yüksek maliyetli ve zahmetli bir süreçtir. Ancak ülkemizdeki hasta ve hasta yakınları bilmelidir ki Amerika ve Avrupa’da kullanım için onay almış olan her ilaca Türkiye’de de ulaşmak mümkün” dedi.
KANSER’DE PARMAK İZİ DÖNEMİ
Onkoloji pratiğinde kişiye özgün tedavilerin uygulanabilmesi, olası yan etkilerin önceden öngörülebilmesi, tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi ve tedavi takibinde direnç mekanizmalarının tespit edilerek olası tedavi alternatiflerinin tekrar gözden geçirilmesi açısından “parmak izi” olarak adlandırılan “Genomik Profilleme”nin klinik faydasının artık tartışılmaz hale geldiğini söyleyen Altuntaş, “Moleküler olarak yönlendirilmiş tıbbın, geleneksel standart tedaviye kıyasla daha etkili ve daha iyi tolere edilen tedaviler sunma olasılığı oluşturarak uzun vadede daha uzun yaşam sağlaması olasıdır” ifadesini kullandı.
KANSERDE YENİ DÖNEM: KONVANSİYONELDEN AGNOSTİK YAKLAŞIMLARA
Altuntaş, günümüzde kanser tedavisinde çok çeşitli yöntemlerin ayrı ayrı ya da kombine olarak kullanıldığını dile getirerek, “Cerrahi olarak tümör rezeksiyonu, kemoterapi, radyoterapi ve kök hücre nakli en çok tercih edilen tedavi yöntemlerini oluştursa da kanser tedavisine yeni tanımlanan biyobelirteçler ve bu biyobelirteçlere hedeflenmiş yeni geliştirilen ilaçlar tümör-agnostik veya pan-kanser kavramlarını doğurmuştur. Kişiselleştirilmiş tıptan hassaslaştırılmış tıbba geçtiğimiz önümüzdeki süreçte özellikle tümör agnostik yaklaşımların hasta yaşamı üzerindeki etkileri çok önemli olacaktır” bilgisini aktardı.
KANSER TEDAVİSİNDE MOLEKÜLER BİYOBELİRTEÇ TEMELLİ KİŞİSELLETİRİLMİŞ TIP
Prof. Dr. Altuntaş, son yıllarda kanser tanı ve tedavisinde çok önemli gelişmeler olduğunu vurgulayarak, özellikle moleküler ve genetik tekniklerin gelişmesi ve klinik uygulamaya girmesi, buna paralel olarak kanser tedavisinde önemli moleküler hedeflere yönelik ilaç üretebilecek teknolojik seviyeye gelinmesi, ayrıca ilaç endüstrisindeki gelişmelerin kanser tedavisinde önemli bir sıçrama yaptığını aktardı.
Bu ilerlemeler sonucu kanser hastalarına yaklaşımda önemli bir anlayış değişikliğinin zorunlu hale geldiğini ifade eden Altuntaş, şu değerlendirmelerde bulundu: “Artık, kanserde sadece köken aldığı organ ve histolojik yapısına dayalı sınıflandırma ve tedavi yaklaşımından tedavi açısından daha öne çıkan daha karmaşık moleküler ve genetik bir sınıflandırma, tiplendirme ve alt tiplendirme dönemine geçmiş bulunmaktayız. Hastaların moleküler biyobelirteç tabanlı kişiselleştirilmiş tıptan yararlanması yaşamsal bir gerekliliktir. Doku agnostik (kanserin köken aldığı organdan bağımsız) kanser tedavilerinin sayısı her geçen gün artıyor. Kanser biyolojisine dair artan bilgimiz sayesinde, onkolojik tedaviler için heyecan verici bir yenilik çağındayız. Daha hedefe yönelik tedaviler ve daha hassas bir onkoloji için biyobelirteç odaklı ilaçlar geliştirilmektedir. Onkoloji alanında çığır açan kişiselleştirilmiş tıp tedavileri, insan vücudunun hangi bölgesinde bulunduğuna bakılmaksızın, hücrelerdeki onkogenik etkenleri bloke etmektedir. Onkogenik etkenlerin moleküler düzeyde belirlenmesi ve doğrudan hedeflenmesi, onkoloji araştırmalarında önemi gittikçe artan bir odak noktasıdır. Tümör yeri veya endikasyon yerine biyobelirteçler temel alınarak geliştirilen yeni “tümör agnostik” kanser ilaçları yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmektedir.”
Tümör-agnostik tedavi yaklaşımlarında iyi klinik uygulamaları kapsamında hangi yaklaşımın, hangi biyobelirtecin ve hangi teknolojinin kullanılacağının tamamen hastalık tanısı ve hastanın ihtiyaçları doğrultusunda belirleneceğini bildiren Altuntaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Onkoloji hastalarının sağaltımında rutin uygulama amaçlı yapılacak bir tümör agnostik tanı yönteminin seçimi aslında çok basamaklı bir süreçtir. Hem ihtiyacın belirlenmesi hem de yapılan testler neticesi yorumlama ve hasta sağaltımı için klasik tümör konseyleri yerine artık içerisinde hematoloji, medikal onkoloji uzmanı, cerrahi onkoloji uzmanı, tıbbi genetik uzmanı, immünoloji uzmanı, tıbbi patoloji uzmanı ve biyoinformatik ekipten de bir kişinin yer aldığı ‘Moleküler Tümör Konseyleri’ kapsamlı kanser merkezinde kanser kliniklerinde rutininde yer alacaktır. Bu nedenle kişiselleştirilmiş tıp ve hedefe yönelik tedaviler için tutarlı bir ulusal strateji geliştirilmeli, mümkün olduğunca her hastada genomik veya kapsamlı moleküler profilleme planlanmalı ve küçük veya tam genom testleri yerine geniş kapsamlı hedefli bir gen paneli kullanılarak daha çok sayıda hastanın taranıp taranmayacağı üzerinde çalışılmalıdır.”
“GELİŞTİRME AŞAMASINDAKİ KANSER İLAÇLARININ YÜZDE 73’ÜNÜ KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ TEDAVİLERDİR”
Altuntaş, günümüzde onkoloji tedavilerinin yüzde 46’sının hedefli tedavi olduğunu, geliştirme aşamasındaki kanser ilaçlarının yüzde 73’ünü ise kişiselleştirilmiş tedavilerin oluşturduğunu belirterek şöyle konuştu: “Hedefli tedaviler, sağkalım oranlarını önemli düzeyde artırmaktadır. Çoğu kanser türünde kemoterapi yanıtları %30-50 arasında iken kişiye özgü hedefli tedaviler ile tedaviye bağlı yanıt oranları %80’lere kadar çıkmaktadır. Kişiselleştirilmiş tıbbın amacı, hastaların genetik yapısını ve hastalara özgü diğer özellikleri dikkate alarak tedavileri bireylere uygun hale getirmektir. Kişiselleştirilmiş tıp, tümörlerde kansere yol açan genetik değişimlere odaklanmaktadır. Değişen genler, hedeflenebilir genomik değişiklikleri tespit eden bir test türü olan genomik testlerle tespit edilebilmektedir. Hastaların kansere yol açan onkogenik etkenleri seçici bir şekilde inhibe eden potansiyel tedavilerden yarar sağlayabilmesi için yüksek kaliteli gen testlerinin rutin klinik uygulamanın bir parçası olması önemlidir.”
HEMATOLOJİK KANSERLERDE BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ TEDAVİ ŞART
Altuntaş, lösemi, lenfoma, myeloma olarak bilinen hematolojik kanserlerin artık akıllı tedaviler ile kronik bir hastalık gibi tedavi edilebildiğini belirterek, “Bu kanser türleri şeker hastalığı gibi, hipertansiyon gibi tedavi edilme eğiliminde. Tıptaki gelişmelerde bu yönde ilerlemekte. Gelecek bağışıklık sistemi, kök hücre, hücre ve genetik temel üzerine yoğunlaşmakta. Hastalıktan ziyade hasta bazlı tedaviler konuşulmaktadır. Hematolojik onkolojide tedaviler bireyselleştirilmektedir. Çünkü, aynı tip hastalığa sahip hastalar arasında bile klinik seyir, tedaviye yanıt ve yanıtın kalitesi bakımından belirgin farklılıklar görülebilmektedir. ‘Bireyselleştirilmiş tedavi’ dediğimiz daha güvenli, daha etkin ilaç ve tedavilerin hastanın genetik özellikleri ve bireysel gereksinimine göre verilmesi amaç olmalıdır” şeklinde konuştu.
KANSER İLAÇ ARAŞTIRMALARI YAŞAMI UZATMAKTADIR!
Kanser tedavisinde olumlu bir etki yaratılabilmesi için araştırma ve geliştirme alanlarında istikrarlı ve kademeli bir ilerleme kaydedilmesinin önemine değinen Altuntaş, hastaların yaşam süresini ve kalitesini artıracak yenilikçi ilaçların geliştirilmesine ihtiyaç bulunduğunu söyledi. Günümüzde tüm hastalar için spesifik olmayan tek tip tedavilerden, moleküler analizi sonucu kişiselleştirilmiş ve hedefe yönelik tedavilere geçiş olduğunu aktaran Altuntaş, şu bilgileri verdi:
“Bu gerçek bir paradigma değişikliğidir. Bu değişikliğin esası spesifik kanser türlerinin tanımlanması ve tedavinin seçilmesinde rol oynayan biyobelirteçlerin bulunmasıdır. Bu biyobelirteçlerin saptanması için moleküler patolojik ve genetik çalışmalar gerekmektedir. Böylelikle biyobelirteçler sayesinde kişiselleştirilmiş tıp ve hedefe yönelik tedaviler uygulayabilmekte ve hastalara bir yandan klinik etkililiği ispatlanmış, bir yandan da yan etki olayı riskini azaltabilen ilaçlar sunulabilmektedir. Türkiye iyi bir klinik araştırma altyapısına sahip. Yasal alt yapı bakımından AB ülkelerinden daha ileri düzeydeyiz. Günümüzde, kanser hastalarının %50’sinden fazlası standart yöntemlerle tedavi edilebilir durumdadır. Bununla birlikte, standart tedaviye cevap vermeyen hastalara yeni alternatif tedaviler sunmak çok önemlidir. Bu bakımdan klinik araştırmalar hayati öneme sahiptir.”
CAR-T HÜCRE TEDAVİSİ: ÇIĞIR AÇAN BİR TEKNOLOJİ
Kansere karşı çığır açan yöntem olarak görülen kişiselleştirilmiş “CAR-T Hücre” tedavisinin, ülkemizde ilk kez klinik araştırma kapsamında Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hematolojik kanserli hastalara uygulandığını bildiren Altuntaş, şöyle konuştu: “Hasta, kanser hücrelerini daha güçlü bir şekilde yok eden ve yüzbinlerce dolara mal olan tedaviden yürütülen klinik araştırma kapsamında ücretsiz yararlanabilmektedir. Ülkemizde bir ilk olarak Multiple Myeloma hastalarında Faz çalışmaları kapsamında, CAR-T hücre tedavisini uygulamaya başladık. CAR T hücreleri genetik olarak tasarlanmış yapay T-hücre reseptörlerini taşır. Bu şekilde bağışıklık hücreleri kanser hücrelerine karşı yönlendirilmekte ve kanser hücrelerinin bağışıklık hücreleri tarafından yok edilmesini sağlamaktadır. Teorik olarak, bu üretilmiş hücreler, herhangi bir antijene karşı yönlendirilebilir ve hedef kanser hücrelerini daha güçlü bir şekilde öldürebilir. Bu işlem aslında kişiselleştirilmiş bir tedavi yöntemidir.”
Altuntaş, bu umut verici tedaviden daha fazla hastanın faydalanabilmesinin, geniş ölçüde erişilebilir olmasına bağlı olduğunu vurgulayarak “Bu tedavi yöntemi hakkında rehberler geliştirilmelidir. Bu tedavi göreceli olarak yeni olduğu için bununla ilgilenen tüm sağlık çalışanları yeterince bilgi, donanım ve deneyim sahibi olmalıdır. Bu tedavinin yan etkilerini azaltmak ve gelecekteki etkinliğini artırmak için daha fazla klinik araştırmalar yapılmalıdır. CAR T hücre tedavisi ile ilgili en büyük endişelerden biri yüksek maliyetidir. Amerika’da mevcut iki tedavi ürününden biri 475,000 dolar diğeri 373,000 dolar civarıdır. Avrupa’da ise ülkelere göre değişmekle birlikte 250.000 doların üzerindedir. Bu tedaviyi hastalarımıza klinik araştırma kapsamında ücretsiz uygulamaktayız.” İfadelerini kullandı.
Yorumlar