David Fincher’ın 2007 yapımı Zodiac filmi, 1960’lar ve 70’lerde San Francisco’da gerçek bir terör dalgası yaratan Zodiac Katili’nin peşindeki gazeteciler ve dedektiflerin hikayesini anlatıyor. Fincher'in diğer filmlerinden farkı, polisiye gerilim türünden biraz farklı olarak, adeta belgesel gerçekliğinde bir anlatım yapmasıdır. 1960’ların sonundan 1980’lere kadar uzanan hikaye de, Amerika tarihinin en ünlü seri katillerinden biri olan "Zodiac Katili"ni yakalamaya çalışan takıntılı karakterler filmin asıl konusudur diyebiliriz. Çünkü Fincher bu filmi, olayı ön plana çıkarmak yerine, yıllarca süren bir takibi, zamanın yıpratıcı etkisini ve bilinmezliğin yarattığı psikolojik yükü anlatarak ilerletiyor. Filmin detaylı konusuna geçmeden önce oyuncu kadrosunda; Jake Gyllenhaal, Robert Downey, Mark Ruffalo, Brian Cox, Anthony Edwards, Chloe Sevigny ve John Carroll Lynch gibi oyuncular rol almışlardır.
Film, 4 Temmuz 1969’da Kaliforniya’daki bir çifte düzenlenen saldırıyla açılıyor. Birkaç hafta sonra, San Francisco Chronicle gazetesi, Zodiac Katili olarak kendini tanıtan birinden şifreli bir mektup alıyor. Katil, cinayetlerini doğruluyor ve polislerin kendisini asla yakalayamayacağını iddia ediyor. Bu mektuplar, basına ve kolluk kuvvetlerine bir meydan okuma olarak devam ediyor. Film, davayı takip eden üç farklı karakterin perspektifinden ilerliyor. Film, bu üç karakterin birbirleriyle kesişen yollarını ve davanın yıllar süren karmaşıklığını gösterirken, Zodiac’ın kim olduğu sorusuna kesin bir yanıt vermiyor. Gerçek hikayede ki gibi, dava açık uçlu bırakılıyor ve izleyiciye bir belirsizlik hissi yaşatılıyor.
Filmde onların üzerinden ilerleyen üç karakterden ilki olan Gazeteci Paul Avery 
(Robert Downey Jr.)  Chronicle gazetesinin deneyimli suç muhabiridir. Başta olayın heyecanına kapılsa da zamanla Zodiac’ın tehditleriyle baş edemez hale gelir. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığına yenik düşen, zamanla mesleğinden uzaklaşan bir gazeteciyi canlandıran Paul, filmin ortalarında Zodiac’ın tehdidine maruz kalınca düşüşe geçiyor ve adeta kayboluyor. İkinci karakterimiz ise şehirdeki en iyi dedektiflerden biri olan David Toschi (Mark Ruffalo) karakteridir. San Francisco Polis Departmanı’nın en yetenekli dedektiflerinden biri olan Toschi, Zodiac davasını çözmeye çalışırken sistemin yavaşlığına ve delil yetersizliğine karşı çaresiz kalır. Ruffalo’nun oyunculuk performansı, Toschi karakterini inatçı ve tutkulu bir karakter olarak şekillendirmiştir. Zodiac vakası nedeniyle hayal kırıklığına uğrayan ve sonunda pes etmek zorunda 
kalan Ruffalo, Toschi’nin tükenmişliğini ve profesyonel etik anlayışını etkileyici bir şekilde yansıtmıştır. Filmin merkezi karakteri olan Jake Gyllenhaal (Robert Graysmith) ise, olayı takıntı haline getirerek zamanla hayatını, katili bulmaya adayan bir adamı başarıyla canlandırmıştır. Başlangıçta saf ve çekingen biri olarak görünse de, Zodiac’ın gizemi onu ele geçirdikçe daha da takıntılı ve kararlı hale gelmiştir. Hatta Graysmith’in bitmek bilmeyen merakı, onu karısını ve çocuklarını bile ihmal edecek noktaya getirmiştir.
Film, çözümsüzlüğüyle bilinen gerçek bir hikayeye dayandığı için izleyiciye net bir sonuç göstermiyor. Bunun yerine, karakterlerin saplantılarının onları nasıl yiyip bitirdiğini anlatıyor. Örneğin Graysmith karakteri Çizgi romanları ve karikatürleriyle tanınan bir sanatçıdan, odası Zodiac ile ilgili kupürlerle dolu bir araştırmacıya dönüşüyor. Ailesini ve kariyerini riske atacak kadar davaya saplanıyor. Avery, alkolizme ve uyuşturucuya yönelerek kendi yıkımına sürükleniyor. Başlarda Zodiac’ın peşini bırakmayacak gibi görünse de zamanla içki ve uyuşturucunun pençesine düşerek davasını bırakıyor. Tüm çabasına rağmen Zodiac’ı yakalayamayan dedektif Toschi ise, davanın imkansızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bütün bu parçaları birleştirince Zodiac'ın cinayetleri sadece kurbanları değil, katili yakalamaya çalışanları da mahvediyor diyebiliriz. Fincher, gerilim unsurlarını yalnızca cinayet sahnelerinde değil, karakterlerin zihinlerinde de hissettirerek, takıntının insanları nasıl ele geçirdiğini göstermek istemiş gibidir sanki. Filmin ana temasını bu şekilde yorumlayabiliriz.
Film teknik yönden de fazla klasik türdedir diyebiliriz. Genellikle soğuk renklerin ve kasvetli ışıklandırmaların kullanıldığı filmde 70’lerin San Francisco’sunu neredeyse aynı gerçeklikte göstermiştir. Dijital kameralarla çekilen film, o döneme ait olmasına rağmen aşırı pürüzsüz ve keskin bir görüntü kalitesindedir. Fincher’ın diğer filmlerinin aksine, Zodiac geleneksel bir polisiye temposuna da sahip değil. Hikaye bazen belgesel gibi ilerliyor, bazen ise klasik bir suç filmine dönüşüyor. İki saat otuzyedi dakika boyunca yavaş yavaş ilerleyen film izleyicinin de karakterlerle birlikte saplantıya kapılmalarını sağlıyor. 
Özetle film polisiye filmlerinde sıkça gördüğümüz katili yakalama sürecinden daha çok, bu sürecin karakterler üzerindeki etkisine odaklanmıştır. Gerçeğin peşinde koşarken hayatlarını mahveden insanlar, aslında Zodiac’ın en büyük kurbanları olmuştur da denilebilir. Eğer polisiye filmlerden kesin çözümler bekleyen biriyseniz, Zodiac sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Ancak eğer bir gizemin içine düşüp onunla birlikte kaybolmayı seviyorsanız, bu film sizi uzun süre etkisi altında bırakabilir. İyi seyirler...