İnsanoğlu hem kötülük yapmaya hem de başkalarından kötülük görmeye alışkın bir canlı türü. Bunun yanı sıra da ne yazık ki aç gözlü. İnsanoğlunu aç gözlü olması hem başının dertten kurtulamamasına neden oluyor hem de hayatını tehlikeye atmaya. Tam da bu konuyu anlatan şu hikâyeyi okumanız için sizlere bırakıyorum.
Fakir köylü, eline kazmasını alır, her gün bahçesinin yolunu tutar, akşama kadar kazma sallayarak toprağını verimli hale getirmeye çalışırmış. Sıcakların, alınlardan yağmur gibi ter akıttığı bir devreye rastlayan bu çalışma sırasında adam, biraz ileride susuzluktan dilini çıkarıp ıslık çalan bir yılan görmüş. Zavallı hayvan neredeyse can çekişmekteymiş. Adam buna acımış, su içtiği kabından azıcık su dökerek yılanın önündeki çukurdan su içmesini temin etmiş. Bir gün sonra, tekrar aynı yerde çalışırken yine meydana çıkan yılan bu defa da açlıktan gidemez haldeymiş. Toprakların arasında sanki, yalvarırcasına köylünün yüzüne bakıyor, azığındaki sütten birazcık olsun kendisine vermesini istiyormuş. Adam merhamete gelmiş, meyve ağacının dalında asılı duran azık çantasının içindeki süt şişesinden bir miktar süt döktüğü çanağı yılanın önüne doğru sürmüş. Bir hamlede başını çanağa uzatan yılan, hepsini içerek birden cana gelmiş ve bundan sonra ilerideki otların arasına doğru kayıp gitmiş. Böylece bir hayvana iyilik etmenin iç huzuruyla işine devam eden adam, kendi kendine: “Sen bir iyilik et de denize at, Balık bilmez Hâlık bilir” atasözünü tekrarlayıp duruyormuş.
Bir gün sonra bakmış ki, aynı yerde beklemekte olan yılan, bu defa ağzında bir altın getirmiş; ışıl ışıl parlatıp duruyor. Köylü bunu görünce tekrar azığındaki şişeden bir miktar süt döktüğü çanağı yine yılanın yakınına bırakmış. Yılan da ağzındaki altını bırakıp süte uzanarak karnını doyurduktan sonra çekip gitmiş. Böylelikle bir altın kazanmış olan adam, bu hali uzun müddet devam ettirmiş. O, her gün bir şişe süt getiriyor, yılan da ağzından bir altın çıkararak karşılıklı alışverişi devam ettiriyorlarmış. Bu suretle yılan epeyce semizleşirken, köylü de oldukça zenginleşmiş.
Fakat günler aynı şekilde devam etmemiş. Köylü, bir gün başka bir işe çıktığı için bahçeye çocuğunu göndermiş. Ancak, oğluna yılanın iyiliklerini de anlatmayı ihmal etmemiş. Ona yine süt götürmesini sıkıca tembih etmiş. Aynı şeyleri tekrar eden oğul ise, sütü verdiği yılandan bir altını aldıktan sonra, yılanın bu altını getirdiği yeri merak etmiş, bunun için de girdiği delikten aldığı altınları bir anda almak niyetiyle yılanın kuyruğuna bir kazma sallamış. Kazma yılanın kuyruğunu kestiği halde geri dönen yılan, çocuğun üzerine atılmış, zehirli dişlerini geçirdiği derisinin altına da zehrini dökerek çocuğu öldürmüş. Böylece yılanla adam arasındaki dostluk açgözlü oğul yüzünden bozulmuş.
Uzun aradan sonra tekrar ortaya çıkan yılan, adama yine aç ve mecalsiz vaziyette görünmüş. Sanki yine eski dostluğumuzu kuralım der gibi bir tavrı varmış. Ölen biricik yavrusunun hayali derhal gözlerinin önüne gelen adam, yılanın eski dostluğu tekrar kurmak istemesi tavrına karşı şöyle konuşmuş:“Bende senin zehirlediğin evlat acısı, sende de evladımın kestiği kuyruk acısı varken geçmişi unutup yeniden dostluk kurmamız mümkün değildir! Şimdilik birbirimize görünmeden yaşasak daha iyi olur. Ola ki, günün birinde birbirimize ettiklerimiz tekrar aklımıza gelir de hislerimiz kabarır, karşılıklı intikam hislerimizi tatmin etme çabasına düşeriz. Sen bir yılan olduğun için cibilliyetinin icabını yapar, zehirlemeye çalışırsın. Ben de insanoğlu olduğum için, düşman bildiğim seni öldürmekten geri kalmam. İyisi mi, senin dostluğun şimdilik lazım değildir. Uzaklaş benim çevremden. Acıyı unutup birbirimize zarar vermeyecek hale gelinceye kadar.”