Sizlere bugün Zülfü Livaneli'nin çok zevk alarak ve sıkılmadan okuduğum beni yaşanılan dönemlere enteresan bir şekilde götüren o romanından bahsedeceğim. Leyla'nın Evi...

Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi adlı romanı, toplumsal değişim, göç ve mülkiyet konularını merkeze alarak farklı sosyo-kültürel kimliklerden gelen karakterlerin kesişen hikâyelerini anlatır. Boğaziçi’ndeki bir Osmanlı yalısında büyüyen Leyla Hanım, modern zamanların adaletsizlikleriyle evinden zorla çıkarılır ve hayatı beklenmedik şekilde Roxy (Rukiye) ve gazeteci Yusuf ile kesişir. Roman, İstanbul’un geçmişi ile bugünü arasındaki farklılıkları güçlü bir şekilde işlerken, yerinden edilme, toplumdan dışlanma ve dayanışma temalarını işliyor.

Livaneli, eserde yalnızca karakterlerin hikâyelerini anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda toplumsal değişimlerin bireyler üzerindeki etkisini de inceliyor. Leyla Hanım, bir dönemin zarif Osmanlı değerlerini temsil ederken; asi ve özgürlükçü bir genç olan Roxy, modern bireyin arayışlarını ve çatışmalarını simgeliyor. Livaneli, bu zıtlıkları ustalıkla harmanlayarak, okuyucularını hem geçmişe hem de bugüne dair sorular sormaya teşvik ediyor.

Roman, aynı zamanda göç ve mülkiyet kavgalarının insanlar üzerindeki derin etkisini de ele alıyor. Livaneli’nin bu eseri, sade ve etkileyici bir dille kaleme alınmış; İstanbul’un değişen çehresine ışık tutan bir toplumsal panorama sunuyor.

Eserdeki hikâye, okuyucuların karakterlerle bağ kurmasını sağlarken, evin yalnızca bir barınak değil, aynı zamanda bir kimlik ve tarih taşıdığını da vurguluyor. Leyla’nın evine duyduğu özlem, aslında aidiyet hissinin evrensel bir temsili olarak öne çıkıyor. Bu özellikleriyle Leyla’nın Evi, Livaneli’nin en önemli eserlerinden biri olarak değerlendiriliyor.