Zülfü Livaneli’nin “Son Ada” adlı romanı, okuyucuyu derin bir düşünce yolculuğuna çıkaran güçlü bir alegori. Bir adanın hikâyesi üzerinden toplumsal ve siyasi meseleleri incelikle ele alan Livaneli, hem bireyin hem de toplumun iktidar karşısındaki zayıflığını ve yanlış kararların doğayı, insanlığı nasıl mahvettiğini gözler önüne seriyor.
Roman, ütopik bir başlangıç yapıyor. Ana karakterimiz, politik ve toplumsal kaosun dışında, huzurlu bir yaşam sürmek için Son Ada’ya yerleşiyor. Ancak bu ada, zamanla distopyaya dönüşüyor. Adanın sakinleri arasında sessiz bir uyum varken, emekli bir diktatörün adaya taşınmasıyla düzen bozulmaya başlıyor. Yeni liderin dayattığı otoriter kararlar, adadaki doğal dengeyi ve toplumsal huzuru altüst ediyor. Martılar, doğanın bozulmasıyla adayı terk ederken, okuyucu bu metaforun altında insanın doğa üzerindeki yıkıcı etkisini fark ediyor.
Livaneli, güçlü bir dille otoriter rejimlerin toplumu nasıl kontrol ettiğini, korku ve baskının insanları kendi çıkarları uğruna nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Bu bağlamda, “Son Ada”, yalnızca bir ada hikâyesi değil; modern dünyadaki çevresel yıkımlara, özgürlüklerin kaybına ve toplumların sessiz çöküşüne bir eleştiri.
Roman, birey olarak duruşumuzun ve kolektif sorumluluklarımızın önemini vurguluyor. Sessiz kalmanın ve tepkisizliğin, toplumsal yıkımları nasıl körüklediğini gösteriyor. “Son Ada”, okuyucuya sadece bir hikâye sunmuyor; aynı zamanda sorgulama, direnç ve farkındalık çağrısında bulunuyor.
Sonuç olarak, Livaneli’nin “Son Ada” adlı eseri, günümüzün sorunlarına cesur bir bakış sunan ve okurun ruhunda derin izler bırakan bir yapıt. Bu kitabı okurken, her birimiz kendi “Son Ada”mızın sorumluluğunu üstlenmeye davet ediliyoruz.