2021 yapımı olan, The Last Duel, Türkçe adı ile Son Düello filmi, yine Ridley Scott’ın tarihi dönem hikayelerine olan ilgisini bir kez daha gösteren filmidir. Film izleyicisini, 14. yüzyıl Fransa’sında geçen gerçek bir olaya götürüyor. Film, 1386 yılında gerçekleşen ve Fransa’da kayıtlı son “yasal düello” olarak tarihe geçen, Jean de Carrouges ile Jacques Le Gris arasındaki kanlı hesaplaşmayı merkezine alıyor. Ancak asıl odak noktası, bu düelloya neden olan korkunç bir suç olan tecavüz. Film, üç farklı bakış açısından anlatılan hikayesiyle sadece bir doğruluk arayışını değil, aynı zamanda sistemsel adaletsizliğe ve kadınların sesini duyurmasının ne kadar zor olduğuna dair sert bir eleştiri ortaya koyuyor. Yönetmen Ridley Scott, bunu yine etkileyici oyuncu kadrosuyla ve kendine özgü görsel ihtişamlı anlatımıyla yapıyor.
Film, 14. yüzyıl Fransa’sında geçiyor ve gerçek bir hikayeye dayanıyor. Asıl çıkış noktası, az önce de söylediğim gibi, Fransa'da kayda geçmiş son resmî düello olması. Hikayenin merkezinde üç karakter vardır. Jean de Carrouges, Jacques Le Gris ve Marguerite de Carrouges. Jean de Carrouges, bileğinin gücüne güvenen dürüst bir şövalyedir. Savaştan dönerken karısı Marguerite, Jean’ın eski dostu olan ve daha sonra rakibi haline gelen Jacques Le Gris tarafından tecavüze uğradığını ona söyler. Dönemin hukuk sistemi, tanıklığa değil, tanrıdan gelecek bir adalet umuduna bağlıdır. Bu da, iki adam arasında ölümüne bir düelloya yol açar. Gerçek ne olursa olsun, kaybeden kişi ölecek ve Marguerite, kocasının kazanamaması durumunda, yalan söylediği varsayılarak diri diri yakılacaktır. Matt Damon’ın canlandırdığı Jean de Carrouges karakteri onurlu, gururlu ama sevgi ve anlayış yönünden eksik bir şövalyedir. Marguerite’e karşı bir görev adamı gibi davranır. Eşi için savaştığını iddia etse de, alt metinlerde aslında kendi gururunu temize çekmeye çalışmaktadır. Adam Driver'in canlandırdığı Jacques Le Gris ise zeki, karizmatik ve entrikacı bir şövalyedir. Zamanın feodal yapısında kariyerinde yükselme hevesindedir. Kendine ve çekiciliğine o kadar güvenir ki, tecavüzü bile karşılıklı tutku olarak görür. Üçüncü önemli karakter olan Jodie Comer'in canlandırdığı Marguerite de Carrouges karakteri de filmin vicdanı ve gerçek kahramanıdır diyebiliriz. Sessiz bir sistemde, sesini çıkarmaya cesaret eden bir kadın olarak, en ağır bedeli öder, ama en güçlü direniş de ondan gelir.
Filmin en çarpıcı yönlerinden biri, olayların üç farklı bakış açısından anlatılmasıdır. Bu yapı, Kurosawa’nın Rashomon filmine benzer niteliktedir. İlk olarak Jean’ın gözünden olayları izleriz. Kendini haklı, onurlu ve kahraman gibi görerek yaşamını sürdürmektedir. Ardından Le Gris üzerinden anlatıma geliriz. Onun dünyasında kendisi sevecen, Marguerite ise onu arzuyla isteyen bir kadındır. Son olarak Marguerite’in bakış açısını görürüz ki bu kısım başında gerçek yazısıyla birlikte gelir. Yani yönetmen ve senaristler, hangi anlatımın gerçeğe daha yakın olduğunu açıkça dile getirirler. Bu anlatım yapısı, izleyiciyi taraf tutmaya değil, sorgulamaya teşvik eder. Aynı olaylara dair farklı algıların nasıl şekillendiğini, erkek egemen anlatının gerçeği nasıl eğip büktüğünü görürüz.
Filmde kadın karakter olan Marguerite’in yaşadığı olay, sadece bir kişinin yaşadığı dramı değil. Yüzyıllar boyunca süregelen bir sistemin kadınlara ne kadar yer tanıdığını, ya da tanımadığını gözler önüne sermektedir. Jean ve Jacques, adaletin değil, kendi gururlarının peşindedirler. Marguerite’in yaşadığı ise bu gururun arasında sıkışıp kalmış bir trajedidir.
Teknik açından da filmden bahsedecek olursak; yönetmen Ridley Scott, her zaman olduğu gibi bu dönemin atmosferini de yine iliklere kadar hissettiren bir iş daha çıkarmıştır. Orta Çağ Fransa’sının soğuk, gri ve çamurlu dünyasını, savaş alanlarını, düello sahnelerini, oldukça gerçekçi yansıtmıştır. Özellikle finaldeki düello sahnesi, sinema tarihine geçecek kadar nefes kesicidir. Kamera hareketleri, at üstü çekimler, yakın plan yüz detaylarıyla birlikte seyirciyi olayın tam ortasına yerleştirmiş gibidir. Dönemin detayları da özenle seçilerek yansıtılmıştır. Zırhlar, kıyafetler, iç mekan tasarımları gibi ayrıntılar tarihsel doğruluğa sadık ve bir o kadar da etkileyici olmuştur.
Son Düello filmi izleyicisini hem hem gerçek bir tarihsel olaya hem de, tarih boyunca bastırılmış gerçeklere götürüyor. Bu yönüyle klasik bir kahramanlık anlatısından çok, bir yüzleşme filmidir de denilebilir. Kadınların sesinin bastırıldığı bir dünyada, o sesi duymaya ve duyurmaya çalışan bir film olmuştur.
Filmin senaryosunu Matt Damon, Ben Affleck ve Nicole Holofcener birlikte yazmışlardır. Aslında Matt Damon ve Ben Affleck'in yine birlikte yazdıkları "Can Dostum" filmi de içerik yönünden oldukça dolu bir filmdi. Bu yönü ile, birlikte yine başarılı bir senaryo ortaya koymuşlardır. Filmde oyunculuk performansları da oldukça başarılıdır. Her yönü ile film kesinlikle izlenmeye değerdir. Filmi izlememiş olanların mutlaka izlemelerini tavsiye ederim iyi seyirler...