Ridley Scott, geçen haftalarda yazdığım filmlerinden belli olduğu üzere tarihe merakı olan, birçok filminde tarihsel olayları, dönemleri ve karakterleri işleyen bir yönetmendir. “Gladiator” filmi ile antik Roma’yı nasıl yeniden yaşattıysa, “Robin Hood” ile de İngiliz halk biliminin en bilindik kahramanına da daha gerçekçi bir bakış açısı getirmiştir. Ancak bu film, çoğu insanın beklediği şekilde, Sherwood Ormanı'nda geçen klasik bir Robin Hood masalı değil. Aksine, Robin Longstride’in Robin Hood’a dönüşme sürecini anlatan, bir sürecin hikayesidir.
Film, konu olarak 12. yüzyıl sonlarında, Üçüncü Haçlı Seferi’nin ardından İngiltere’ye dönüş yolundaki Kral Richard’ın ölümünden sonra başlar. Robin Longstride (Russell Crowe), İngiliz ordusunda sıradan bir okçudur. Richard’ın ölümünün ardından ülkede kaos baş gösterir. Taht, bencil ve beceriksiz Prens John’a (Oscar Isaac) kalır ve ülke Norman soylularının çıkar çatışmalarıyla çalkalanır. Robin Hood, kral Richard’ın ölümünden sonra ölen bir şövalyenin kimliğini (Robert Loxley) üstlenerek Nottingham’a gider. Burada, ölen şövalyenin babası Sir Walter, Loxley (Max von Sydow) tarafından gerçek bir Loxley gibi davranmaya ikna edilir. Böylece Robin Hood, Robert Loxley’in dul eşi Marion (Cate Blanchett) ile birlikte yaşar ve zamanla aralarında bir bağ oluşur. Ancak İngiltere iç karışıklıklarla mücadele ederken, Fransızlar ülkeyi istila etmeye hazırlanır. Robin Hood'da, geçmişteki askeri deneyimini ve doğal liderlik özelliklerini kullanarak İngiltere'yi birleştirmek için mücadele eder. İşte film de aslında, onun “kanun kaçağı” Robin Hood’a nasıl dönüştüğünü ve halkın adamı olma yolundaki ilk adımlarını anlatıyor.
Filmdeki karakterlere gelirsek; ana karakterimiz olan Russell Crowe'un canlandırdığı Robin Hood karakteri adalet duygusu yüksek, onurlu ve zeki bir savaşçıdır. Film boyunca bir kimlik arayışı ve içsel bir dönüşüm içindedir. Russell Crowe'da oyunculuğu ile, karaktere karizmatik ama bir o kadar da ölçülü bir ağırlık katmıştır. Cate Blanchett'ın oynadığı Lady Marion karakteri ise güçlü, bağımsız ve zeki bir kadın karakterdir. Robin ile olan ilişkisi zamanla romantizmin ötesine geçerek, dayanışma ve ortak bir mücadeleye dönüşür. Prens John (Oscar Isaac) ise bencil, kibirli ve politik zekadan yoksun bir karakterdir. Film boyunca iç çatışmaları körükleyerek Robin Hood'u dolaylı yoldan halk kahramanı haline getirmiştir.
Bir sonraki önemli karakter olan Sir Godfrey (Mark Strong)' da Prens John’un danışmanı gibi görünse de aslında Fransızlarla iş birliği yapan bir haindir. Bu rolü oynayan Mark Strong'da sergilediği performansıyla karizmatik ve bir kötü karakteri canlandırmıştır. Son olarak Sir Walter Loxley (Max von Sydow) karakteri de filmdeki en bilge karakterdir. Robin’e ilham veren ve onu bir kimliğe kavuşturan kişidir.
Robin Hood deyince ilk akıllara gelen klasik “zenginden al, fakire ver” anlatısından ziyade, bu filmde daha büyük ana temalar işlenmiştir. Robin Hood'un kendisinin kim olduğunu bulma süreci, sadece kişisel bir yolculuk değil, aynı zamanda İngiltere’nin kimliğini bulma süreciyle paralel olarak ilerliyor. Robin Hood'un halk için verdiği mücadele, bireysel kahramanlıktan çok toplumsal özgürlük arzusunun bir sembolü haline dönüşmüştür. Prens John ve çevresindekiler de güçlerini kişisel çıkarları için kullanırken; Robin Hood izleyiciye gücünün halktan geldiğini gösteriyor. Filmde ayrıca eleştirmenlere ve yorumculara göre, üstü kapalıda olsa Magna Carta’ya gönderme yapılırak, halkın hakları, yönetim karşısında korunmalı fikri öne çıkmıştır.
Ridley Scott, her zamanki gibi dönem atmosferini çok iyi yansıtmıştır diyebiliriz. Kalabalık savaş sahneleri, karanlık ve sisli ormanlar, taş duvarlı kaleler gibi ayrıntıların hepsi titizlikle hazırlanarak, Orta Çağ İngiltere’si oldukça detaylı bir şekilde yansıtılmıştır. Filmdeki savaş sahneleri gösterişli değil, ama oldukça gerçekçi şekildedir.
Özetle film, klasik halk kahramanı hikayesinden çok, tarihi bir drama gibidir. Yönetmen Ridley Scott, mitolojik bir karakteri alıp, onu tarihsel bağlamlara yerleştirerek daha ciddi, daha olası bir hikaye anlatmıştır. Russell Crowe’un karizmatik performansı, Cate Blanchett’in tecrübeli oyunculuğuyla ve Ridley Scott’ında usta yönetmenliği sayesinde film, görsel olarak etkileyici, tematik olarak da düşündürücü bir yapım haline gelmiştir. Az önce de bahsettiğim gibi, bu film Robin Hood’un ok atıp neşeli şarkılar söylediği bir film değil aksine daha dramatik, baskıya, ihanete ve adaletsizliğe karşı halkı örgütleyen bir lider haline geldiği hikayedir. Ve bu haliyle de, hikayeden gerçeğe giden bir adım olmuştur diyebiliriz. İyi seyirler...