İnsanlar isimlerinden, cinsiyetlerinden ya da etnik kökenlerinden ibaret değildir. İnsanı insan yapan başarıları, başarısızlıkları, nasıl bir hayat yaşadıkları, iyilikleri ve kötülükleridir.
Lakin bu devirde yalnızca kimliklerimizle ve etnik kökenlerimizle varlığımızı sürdürebiliyoruz. Türk, Kürt, Laz, Çerkez olmamız büyük bir ayrımcılıkmış gibi hayatımızın her alanında karşımızda bir duvar gibi duruyor. Yalnızca bu da değil. İnsanlar yüz yılllardır inançlarından, savundukları görüşlerden, yaşam tarzlarından, tesettürlü olup olmamalarından bile bir ayrımcılığa uğruyor. Özellikle dini görüşünden dolayı dışlanıyor, yeri geliyor mesleğini yapamıyor, yeri geliyor herhangi bir mekanda oturamıyor.
İnsanın işiyle, başarısıyla, ortaya koyduğu çalışmalarla ya da sadece insan olmasıyla anılması gerektiği bu çağda ya inanışıyla var olabiliyor ya da görünümüyle. Kabul görülen tarzın dışında olmak, toplumun da dışında olmak anlamına geliyor.
Bir örnek üzerinden ilerleyelim mesela. Bir insan yıllarca okul okuyup, bir işe sahip olmak için dirsek çürütüyor. Gün geliyor okulundan mezun oluyor ve iş arayışına giriyor. Gittiği kurumlar, ki hepsini içine almamakla beraber çoğunluğun öyle olduğunu söyleyebilirim, onu başarısından, ya da deneyim kazansın diye işe almak yerine ya etnik kimliğine ya da dini duruşuna göre yargılanıyor. Öyle ki ya tesettürlü olduğundan ya da olmadığından işe alınmazken işin bir başka boyutunda ise etnik kimliği o kuruma uygun olmadığı için işe kabul edilmiyor.
Düzenin değişmesi gerektiği yerde şaşırtıcıdır ki olayla karşı karşıya kalmayanlar dışında kimsenin haberi olmadan aynı düzen devam ettiriliyor.
Son olarak kendi adıma şunu söylemek istiyorum ki artık dış görünüşümüzle, etnik kökenimizle, dini görüşümüzle ya da siyasi düşüncelerimizle elenmek, toplumun dışında yer almak yerine, insan oluşumuzla yaşayalım. Güzel günleri görmek dileğiyle…