Nicedir sizlerle tanıştırmayı istediğim, tahminimce önümüzdeki yıllarda da sıklıkla çok kişinin adını anacağına ve kitaplarına kütüphanelerinde yer açacaklarına inandığım bir isimden bahsedeceğim bugün sizlere; Nuray Elçin.

Konur sokak bir zamanlar kitabevleriyle meşhur bir sokaktı ve kendisiyle tanışmamıza vesile olan da yine kitaplarla dolu bir mekandı. Yıllar içerisinde Nuray’ın öykülerini okudukça, ilk gençlik yıllarında yolunu kitapların arasından geçirmesinin hiç de rastlantı olmadığını fark ediyorum. Nuray yazarken adeta kelimelerle dans ediyor, okuyucuyu da bir sihir yaparcasına oturduğu yerden kaldırıp, onlara cömertçe sunduğu kelimelerin ahengiyle, kendisinin kurguladığı dansına eşlik ettiriyor. 

Nuray Elçin’in kelimelerinin sihirine, sadece biz dostları kapılmamışız belli ki. Nuray’ın öykülerinden biri, bu yıl Seyhan Livaneli Öykü Ödülü için seçilen 5 öyküden biriydi. Ödülü alanların ve finalistlerin birbirlerine “nar tanesi” diye seslendikleri ve Seyhan Livaneli’nin anısının yaşatıldığı öykü yarışmasında, Zülfü Livaneli, Barış İnce, Jale Sancak, Gaye Boralıoğlu, Hakan Akdoğan, Menekşe Toprak ve Zafer Köse’den oluşan jüri, tıpkı benim gibi Nuray Elçin’in kelimeleri arasında keyifli bir yolculuğa çıkmış ve kendisinin güçlü, sihirli ve sürprizlerle dolu kalemine Ankara’dan İstanbul’a, ödül törenine doğru uzanan bir yol çizmişler.

Dostum Nuray’ın kaleminin mürekkebi hiç bitmez, durmaksızın yazar, bizler de her zaman keyifle okuruz öykülerini dilerim. Bu keyfin en kısa zamanda daha büyük kalabalıklarla buluşması ise en büyük arzularımdan.

Nuray Elçin’in öyküsünden küçük bir bölümle yazımı sonlandırırken, sizlerle çok kıymetli dostumu köşemde buluşturuyor olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyorum. Öykünün tamamının linkini de buraya bırakıyor ve şimdiden hepinize keyifli yolculuklar diliyorum. 

“Alemin ilk gecesinde yazılan son hikâye ise nicedir anlatmaya meylettiğim; lakin kelamda kusur olur düşüncesiyle zihnimin kuytularında sakladığım hikâyedir. Ben kim miyim? Tüm hikâyelerin şahidi; ancak sözüne güvenilmez bir adamım. Yahut kim bilir, belki de, bir kez bulup kaybettiğini aramaktan aklını yitirmiş bir kadınım. En nihayetinde hikâyelerin yükü sırtında kambura, mânâsı aklında deliliğe evrilmiş bir beşerim. Bu yüzden, elbette çoğu zaman şaşarım.”