Belçikalı yönetmen kardeşler Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne’nin 2008 yapımı filmi Lorna’nın Sessizliği (Le Silence de Lorna), insan doğasının zayıflıklarını, çaresizliği, ahlaki ikilemleri ve kapitalist toplumda hayatta kalma mücadelesi gibi temaları işleyen bir dram filmdir. Film, Lorna adında genç bir Arnavut kadının yasadışı göçmenlikle bağlantılı bir komploya karışmasını ve bu süreçte yaşadığı içsel çatışmaları ele almıştır. Filmin başrollerinde Arta Dobroshi, Jeremie Renier, Fabrizio Rongione gibi oyuncular rol almışlardır. Film Lumiere Ödülleri ve LUX Ödüllerinin yanı sıra, 2008 Cannes Film Festivali'nde En İyi Senaryo Ödülü'nü de kazanmıştır.
Lorna, Belçika’da yaşayan bir göçmendir ve bir gün sevgilisiyle birlikte kendi işini kurma hayalleri vardır. Ancak bu hayalini gerçekleştirebilmek için oldukça tehlikeli bir yola başvurur. Lorna, Belçikalı bir uyuşturucu bağımlısı olan Claudy ile sahte bir evlilik yaparak Belçika vatandaşı olmaya çalışır. Bu evliliğin planlayıcısı olan Fabio adında bir gangster, Lorna’ya Claudy’den boşandıktan sonra zengin bir Rus ile yine para karşılığında, vatandaşlık için evleneceğini vaat eder. Ancak Claudy’nin trajik bağımlılığı ve Fabio’nun acımasız planları, Lorna’nın hayatını karma karışık ve çıkışsız bir noktaya sürüklemektedir.
Filmdeki karakterler, toplumsal sistemlerin ve bireysel arzuların birbirleriyle nasıl çatışabileceğini göstermektedir. Lorna, bir yandan kapitalist bir toplumda ayakta kalma mücadelesi verirken diğer yandan insani değerleri ve vicdanı arasında sıkışıp kalmıştır. Claudy ise, hayatını uyuşturucu bağımlılığına teslim etmiş zayıf bir figür olarak, Lorna’nın vicdanıyla olan mücadelesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Filmde öne çıkan ana temalardan biri, ahlaki ikilemler ve vicdan azabıdır. Lorna, sahte evliliklerle kendi geleceğini kurmaya çalışırken, Claudy’nin durumu onu zor bir ahlaki sınavla karşı karşıya bırakmıştır. Claudy'nin bağımlılığı, Lorna'nın onu göz ardı etmesini zorlaştırmış ve Fabio’nun Claudy’yi öldürmeyi planlaması Lorna’yı vicdanıyla baş başa bırakmıştır. Bu noktada yönetmen, insanın hayatta kalma içgüdüsüyle insani değerler arasındaki ince çizgiyi göstermeye çalışarak, filmin merkezini oluşturmuştur. İkinci önemli tema ki iki aydır konu başlığımız olan; göçmenlik ve yabancılaşma konusu da filmin önemli temalarındandır. Lorna, yeni bir ülkeye entegre olma ve daha iyi bir yaşam kurma mücadelesi verirken, aynı zamanda bir suç ağının içinde de kaybolmuştur. Bu durum, göçmenlerin yeni bir ülkede nasıl yalnızlaştığını ve kimi zaman nasıl suistimal edildiğini açıkça ortaya koymuştur. Lorna’nın sessizliği, sadece yaşadığı çaresizliği değil, aynı zamanda bu yabancılaşmayı da simgeler niteliktedir. O, bu dünyada bir yabancı olarak kalmış ve kendini ifade edememiştir. Bana göre filmin adı da aslında bu yüzden Lorna'nın sessizliğidir diyebilirim. Film boyunca Lorna'nın sessizliği, hem fiziksel hem de metaforik bir anlam taşır. Bir yandan Lorna, Claudy ile olan ilişkisi sırasında duygularını tam olarak dile getiremezken, diğer yandan kendi yaşamının kontrolünü elinde tutma konusunda da yetersiz kalmıştır. Sessizlik, Lorna’nın hayatta kalma mücadelesinin sembolüdür. O, çoğu zaman çaresizlik içinde suskun kalmakta ve olayların akışına kapılmaktadır. Lorna'nın sessizliği, karakterin içsel dünyasındaki fırtınayı dışa vuramadığı, derin bir duygusal çatışmayı temsil eder gibidir sanki.
Film özetle; bireyin çaresizliğini, ahlaki açmazlarını ve yabancılaşmayı derin bir şekilde ele alan, izleyiciyi sarsan bir film olarak öne çıkıyor diyebiliriz. Lorna’nın sessizliği üzerinden modern toplumda insanın yalnızlığını ve bazen kendi kaderini kontrol edememesi güçlü bir şekilde anlatılmıştır. Dardenne kardeşlerin minimalist anlatım tarzı ve belgesel tadındaki sinematografisi, bu temaları etkileyici bir şekilde desteklemiştir. Lorna’nın hikayesi, sadece bir bireyin dramı değil, aynı zamanda çağımızın sosyal ve ahlaki sorunlarına ayna tutan evrensel bir konudur da. İyi seyirler...