The Visitor, 2007 yılında vizyona giren ve yönetmenliğini Tom McCarthy'nin yaptığı, bir Amerikan dram filmidir. Senaryosunu da McCarthy’nin yazdığı film, bağımsız sinemanın başarılı örneklerinden biridir. The Station Agent filmiyle de tanınan McCarthy, bu filmde de insan ilişkilerine dair güçlü ve samimi bir konuyla izleyicilerle buluşmuştur. Film, özellikle ele aldığı göçmenlik ve yalnızlık temalarıyla dikkat çekmiş, eleştirmenlerden de büyük övgü almıştır. Başrollerde Richard Jenkins, Haaz Sleiman, Danai Gurira ve Hiam Abbass yer almış. Richard Jenkins, filmdeki performansıyla En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adayı olmuş ve kariyerinin en dikkat çeken rollerinden birini de ortaya koymuştur. Filmde Jenkins'in yanı sıra, Haaz Sleiman'ın canlandırdığı Tarek karakteri ve Danai Gurira'nın canlandırdığı Zainab karakteri de etkileyici performanslar sergilemişlerdir. Amerika'daki bağımsız film festivallerinde büyük beğeni toplayan yapım, Sundance Film Festivali başta olmak üzere birçok festivalde gösterilmiş ve çeşitli ödüller kazanmıştır. Özellikle Jenkins'in performansı, filmin ana fikri ile tamamen bütünleşerek duygusal bir derinlik yaratmıştır.
Filmin konusu kısaca Connecticut'ta yaşayan ve duygusal olarak hayata küsmüş Walter Vale adlı, bir ekonomi profesörünün hikayesine odaklanmıştır. Walter, eşini kaybettikten sonra yaşamdan kopmuş, işine ve çevresine karşı ilgisiz bir hal almıştır. Hayatı, rutin ve boş bir döngüde ilerlerken, ona hayatın anlamını hatırlatacak bir şey arayışı içerisindedir. Ancak bu arayış bilinçsizdir; yaşadığı hayata olan ilgisizliği ve yalnızlığı giderek daha belirgin hale gelmiştir. Walter, uzun süredir kullanmadığı New York’taki dairesine bir konferans için gittiğinde, hayatını değiştirecek bir sürprizle karşılaşır. Dairesinde, izinsiz olarak kalan iki göçmen yaşamaktadır: Suriyeli darbuka sanatçısı Tarek Khalil ve onun Senegal asıllı, takı satıcısı kız arkadaşı Zainab. İlk başta bu beklenmedik duruma şaşıran Walter, kısa sürede ikiliyle empati kurar ve onların evinde kalmasına razı olur. Bu, Walter’ın uzun zamandır yaşamadığı türden insani bir bağın ilk kıvılcımı olur.
Tarek ve Zainab, Amerika’ya farklı yollarla göç etmiş, burada daha iyi bir hayat kurmaya çalışan ancak yasal sorunlarla boğuşan insanlardır. Tarek’in pozitif kişiliği ve darbuka tutkusu, Walter’ın içindeki duygusal boşluğu doldurmaya başlamıştır. Walter, Tarek’in müziği sayesinde yeniden hayata bağlanır. Özellikle Walter’ın darbuka çalmayı öğrenmesi, onun hem Tarek’le dostluğunu pekiştirmiş hem de Walter’ın içsel dönüşümünün bir sembolü haline gelmiştir. Tarek ve Walter arasında zamanla gelişen bu dostluk, Walter’ın yıllardır hissetmediği bir canlılık ve insanlık duygusunu geri kazanmasına yardımcı olmuştur.
Ancak film, bu sıcak arkadaşlık anlatısını daha karanlık ve ciddi başka bir konuya doğru götürür. Tarek bir gün metroda haksız yere gözaltına alınır ve yasa dışı göçmen olduğu ortaya çıkınca sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Tarek’in tutuklanması, sadece Walter için değil, aynı zamanda kız arkadaşı Zainab ve Tarek’in annesi Mouna için de derin bir travmaya yol açar. Olaylar gelişirken, Walter hayatında belki de ilk defa başka biri için sorumluluk alır ve Tarek’in sınır dışı edilmesini engellemek için elinden geleni yapar. Bu noktada, Walter sadece bir dost değil, aynı zamanda bir savunucuya dönüşmüştür. Tarek’in hukuki durumu kötüye gittikçe, Walter'ın dünyası da sarsılmaya başlar.
Film, sadece Walter’ın kişisel dönüşümünü anlatmakla kalmamış, aynı zamanda Amerika'daki göçmenlik sisteminin karmaşıklıklarını ve adaletsizliklerini de gözler önüne sermiştir. Film de göçmenlik meselelerine insani bir bakış açısı getirerek, bu kişilerin sadece “yabancı” olmadığını, onların da hayalleri, korkuları ve sevdikleri olduğu vurgulanmak istenmiştir. Tarek’in sınır dışı edilmesi, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda sistemin göçmenlere olan sertliğinin bir yansımasıdır da diyebiliriz.
Filmin sonuna geldiğimizde, Walter'ın hayata dair yeni bir farkındalığa ulaştığını, ancak bu farkındalığın acı verici bir süreçle geldiğini görürüz. Film, hayatta karşılaştığımız tesadüflerin ve ilişkilerin bizi nasıl dönüştürebileceğini ve bazen en beklenmedik yerlerde anlam bulabileceğimizi bizlere bir kez daha hatırlatmıştır.
Sonuç olarak film, Walter’ın Tarek ve Zainab ile tanışmasıyla başlayan kişisel dönüşümünü işlerken, aynı zamanda Amerika’daki göçmenlik sisteminin zorluklarına ve adaletsizliklerini etkileyici bir senaryoyla da anlatmıştır. Tarek’in annesi Mouna’nın (Hiam Abbass) da devreye girmesiyle, Walter’ın bu süreçte yalnızca yabancı insanlarla değil, kendi duygusal dünyasıyla da yüzleşmesi gerektiğini, izleyicilere net bir şekilde göstermiştir. The Visitor, insanlığın ortak noktalarını, empatiyi ve hayatın beklenmedik karşılaşmalarla nasıl değişebileceğini gösteren güzel bir filmdir. İyi seyirler...