Yönetmenliğini Zeki Ökten'in yaptığı, senaryosunu Umur Bugay'ın yazdığı filmin başrollerinde: Kemal Sunal, Jale Aylanç, Ayberk Çölok, Cezmi Baskın, Erdal Gülver, Orhan Çağman, Birsen Dürülü, İhsan Yüce gibi başarılı oyuncuların oynadığı, Düttürü Dünya filmi, 1988 yılında Ankara'da çekilmiştir.
Filmin konusu: Mehmet, (Kemal Sunal) bir pavyonda geceleri klarnet çalarak, geçimini sürdüren, üç çocuk babası bir müzisyendir. Çocuklarından birisi zihinsel engellidir. Kaldıkları gecekondu evinin sahibi olan kayınbiraderi, evi müteahhite vermiş ve kendilerinin de evden çıkmasını istemektedir.
Filmin tamamı Ankara'da gerçek mekanlarda çekilmiştir. Ulus, Ulus meydanı, Hıdırlık Tepesi, Çankırı Caddesi, İsmetpaşa Mahallesi, Kızılay, Yüksel Caddesi, Karanfil Sokak, Atatürk Bulvarı ve Gaziosmanpaşa gibi yerler mekan olarak kullanılmıştır. Filmin görüntü yönetmeni olan Aytekin Çakmakçı, şehir sirkülasyonunun yoğun olduğu yerlerde yapılan çekimlerde, güzel Ankara kareleri çıkarmayı başarmıştır. O günlerin Ankara'sını, bizlere atmosfer olarak etkileyici bir şekilde yansıtmıştır. Tarık Öcal'ında yaptığı filmin müzikleri oldukça başarılıdır.
Tekrar konuya dönecek olursak; ana karakterimiz olan dütdüt Mehmet, çalıştığı pavyonda diğer müzisyenlerle her gece müzik yapmaktadırlar. Eğlence işinde çalışmalarına rağmen, pek de keyifli görünmemektedirler. Pavyonda geçen sahnelerde, sinemada yeni gerçeklik dediğimiz anlatım tarzına fazlasıyla tanık oluruz. Karakterler ve onların konuşmaları, oldukça doğal olarak yansıtılmıştır. Bir taraftan da besteler yapıp, bu bestelerinin satılıp büyük paralar kazanacağına inanan dütdüt Mehmet, kendisinin keşfedilmemiş, her an şöhreti yakalamaya hazır birisi olduğunu, en başta sanatçı olduğunu düşünür. Her sabah günün ilk ışıklarıyla işe giden insanların tersine; onlar sabah işlerinden çıkıp, fırından ekmeklerini alıp, evlerinin yolunu tutan müzisyenlerdir. Mehmet ve darbukacı Rıfat, evlerine doğru giderlerken karşılaştıkları, bekçi Cabbar'la olan konuşmaları, hem mahalleyi hem de mahalle insanlarını tanımamızı sağlar. O dönemki Altındağ gecekondu mahallelerini çokça görürüz. Gecekondu gerçekliği çok doğal bir şekilde önümüze serilir. Kendi evi de oldukça bakımsız tam bir yoksul aile evidir. Kızı Mükerrem, çalışkan bir öğrenci profilinde, zihinsel engelli oğlu Doğan, küçük kardeşleri Fatma ve eşi Gülsüm ile iki göz odalı bu evde yaşamaktadırlar. Onca sorunlara rağmen aslında tepkisiz gibi görünen Mehmet, bestelerinin satılıp, büyük paralar kazanacağına kendisini de eşini de arkadaşlarını da inandırmaya çalışır. Sorunlara karşı, eğlenceli görünüşü tepkisizliği, yer yer ironileri aslında içindeki umuttan dolayıdır. Kayınbiraderinin, ona bulduğu işlerde çalışma isteksizliği de bir taraftan izleyicilere çok iyi yansıtılmıştır. Kayınbiraderinin aslında ne kadar çıkarcı ve Kurnaz olduğunu o da biliyordur. Kendisinin para biriktirip evi hemen boşaltması uğruna, Karanfil Sokakta çakmakçılık yaptığı iş için; "ben sanatçı adamım, ne anlarım çakmak gazından, hava gazından. Bizim meslekten birileri görecek diye ödüm kopuyor." sözleri isteksizliğini bizlere anlatmaktadır. Uykusuz kalsada, her gün gittiği çakmakçılık işi bir gün başka birisine verilir. Kayınbiraderi, ona bu sefer bir inşaat işi bulur. Bu işi de pek uzun sürmez. Her şey akışındadır. Yapacak pek bir şey de kalmamıştır. Bir gün eve geldiğinde kızına, oğlu Doğan'ın nerede olduğunu sorar. "Sokakta baba oynuyor" cevabı Üzerine de "oynasın oynasın yakında hepimiz sokakta oynayacağız." sözü aslında son sahneden bize ipuçları vermektedir.
Filmdeki bir önemli sahnede pavyon sahibi Necip Bey'in, bir gün müşterileri oyalamak adına vestiyerdeki 'pehlivan' lakaplı görevliyi sahneye çıkartmasıdır. "Bir tefle bile müşteri gaza getirilir" diyerek, müşterileri oyalama maksadıyla, sahneye çıkmasını istemiştir pehlivanın. Geç gelen assolist yerine güreş tutmak için sahneye çıkartılan pehlivanın, karşısında başka biri olduğunu zannederiz önce. Çünkü patron Necmi, "göreyim seni pehlivan, kendini fazla kaptırıp fazla uzatma ha! alkış patlayınca kaldır herifi vur yere." demiştir. Fakat pehlivan sahneye çıktığında karşısına bir sandalye konulur. Müşteriler de onunla güreş tuttuğunu görünce, hemen olaya alışıp, uyum sağlarlar ve pehlivanı alkışlayıp, desteklemeye başlarlar. "Bravo pehlivan, kaldır onu silkele yere" gibi taktikler verirler. Bu arada Mehmet ve arkadaşı Rıfat, pehlivana fon müziği yapmaktadırlar. Filmin burası da, aslında tematik anlatımlarla dolu, bilinmeyenle savaşım gibi sembolik anlamlar çıkartılabilecek betimlemeler barındırmaktadır. Kimi eleştirmenler, bu sahneyi; yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot'a benzetmişlerdir.
Artık evlerine yıkıma gelinmiştir. Aile kalacak yer için, komşular arasında paylaşılmıştır. Dütdüt Mehmet oğlu ile kalmıştır. Yıkılan aslında bir ev değil toplumdur. Evin yıkımı sırasında izlemeye gelen mahalle halkı ile birlikte klarnet çalarak oynamaya başlarlar. Burada da bir dışavurum vardır. Son sahne olarak bir gece yine pavyondadırlar. Bu sefer bütün müşteriler sahnede oynayıp göbek atmaktadır. Dütdüt Mehmet'e oğlu tef ile eşlik etmektedir. Birlikte bir süre kalabalığın ortasında çaldıktan sonra, çalmaya devam ederek merdivenlerden, dışarıya çıkarlar. Geceden, sabaha günün ilk aydınlanma anlarında tenha ve ıssızlığın içinde, birkaç arabanın ve insanın olduğu, Ulus meydanına doğru ilerlerler. Halen çalmaya devam etmektedirler. Ulus meydanında Mehmet dizinin üstüne çökerek klarnetini soluksuzca üflemeye; oğlu da, başında dönerek neşeli bir şekilde, tef çalmaya devam eder. Kalkarak Sıhhiye'ye doğru yürürler, gözden kaybolurlar. Aklımızda üç şey kalır. Yoksulluk, çaresizlik ve farkındalıklarla dolu bir delilik.