Gazetecilik doğası gereği pek hoş olmayan meselelerle ilgilenir. Bu yorucu ve yıpratıcı zaman dilimleri arasında bizler de bazen rahatlamak iyi vakit geçirmek isteriz. Balıkçının kaçırdığı balığı anlattığı balık hikayesi misali birbirimize yaptığımız haberler, çektiğimiz ya da kaçırdığımız fotoğraflarla ilgili hikayeler veya bol bol gıybet ederiz. Bugün bu yazıyı okurken de biraz kafanızı dağıtacak bir anıdan bahsetmek istiyorum. 

Anımız o dönem Günaydın Gazetesinde çalışan Tuğrul Sarıtaş, Berat Yurdakul ve Kazım Pamuk isimli üç gazeteci arkadaşın başından geçiyor. Gazetenin bir buçuk milyon sattığı bir dönem. Kazım Pamuk muzip, esprili bir kişiymiş. Tuğrul ağabey yaşadıkları bu anıları aynı zamanda kitaplaştırmış bir ağabeyimiz.  Tuğrul ağabeyin gazetede nöbet tuttuğu bir akşam içeri Kazım Pamuk girmiş. İçeride foto muhabiri ağabeylerimizden Barat Yurdakul da varmış. Kazım Pamuk demiş ki: “Tuğrul, Berat baba hadi hep beraber pavyona gidelim. Gazetenin baskısı da bitti zaten.” Tuğrul Sarıtaş ve Berat Yurdakul da tamam o zaman gidelim diye cevap vermişler. Tuğrul ağabeyin de gece nöbetinin sonuna denk gelmiş. Günün yorgunluğunu da atabilmek için de iyi bir fırsat olmuş. Gazeteye çok yakın bir mesafede Çankırı Caddesi üzerinde bulunan bir pavyona gitmişler. İçeri girdiklerinde mekanın patronu da dahil olmak üzere tüm garsonlar etraflarında dört dönmeye başlamış İnanılmaz bir ilgi. Ne yersiniz ne içersiniz soruları… havada uçuşuyormuş.

Berat Yurdakul ile Tuğrul Sarıtaş siparişlerini Kazım’a, Kazım Pamuk da garsonlara söyleyerek siparişi vermişler. Verdikleri siparişler masaya yağmış adeta, masaya baksan sadece kuş sütü ekmiş.  Tüm bu hengamenin arasında Berat Yurdakul Kazım Pamuk’a doğru eğilerek “Bak Kazım, buraya kaç lira para ödeyeceğiz?” Kazım Pamuk “Siz karıştırmayın abi, kaç lirayı parayı falan. Bak gördün mü buradaki havamızı” demiş. Tuğrul Sarıtaş sözü bölerek “tamam o zaman, ne güzel” diyerek yemeye içmeye başlamışlar. Muhabbetleri ilerlemiş, derinleşmiş, sanatçıların biri çıkıyor diğeri iniyormuş sahneden.  Her şey çok keyifli çok güzelmiş. Saatin nasıl geçtiğini anlayamadan bir bakıyorlar ki epey zaman geçmiş. Saat sabahın üç buçuk dördü olmuş. Artık kalkma vakti, evlere dağılma vakti demişler. Kazım Pamuk garsona doğru elini kaldırıp işaret ederek “oğlum bizim hesabı getir” diye seslenmiş.

Garson elindeki yaldızlı sandık şeklindeki bir kutu içerisinde hesabı getirip Kazım Pamuk’un önüne doğru bırakmış masanın üstünde ve bir iki adım geri çekilmiş. Kazım Pamuk havalı bir hareketle sandık şeklindeki hesap kutusunun kapağını kaldırmış, gelen hesabı görünce aniden gözleri büyümüş yakın gözlüklerini takmış seri bir hareketle ve tekrar bakmış gelen hesaba ve yine aynı serilik ve heyecanla hızlıca hesap sandığının kapağını kapatmış eliyle. Sandık kapağının üstüne de eliyle bastırmış sonrasında da bir daha açmak istememecesine.

Bir terslik olduğunu sezen Berat Yurdakul Karadenizli ağzıyla “ula uşağum bir şey mi oldi” diye sormuş. Kazım Pamuk yok abicim yok önemli bir şey yok, siz oturun deyip hesabın içinde olduğu sandık şeklideki kutuyu eline almış ve mekan sahibinin yanına, içeriye gitmiş. 
Bir süre geçtikten sonra da Kazım Pamuk yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde masaya doğru yaklaşmaya başlamış. 
Masaya gelen Kazım Pamuk eğilerek, Berat baba, Tuğrul siz şimdi yavaş yavaş buradan çıkın ben de birazdan çıkıp arkanızdan size yetişirim demiş. Berat Yurdakul ile Tuğrul Sarıtaş tam itiraz edecekken, başını da olumsuz bir şekilde sallayan Kazım Pamuk, hayır diyerek eliyle de mekan çıkmalarını işaret edip gitmelerini istemiş.

O dönem gazetelerin bürolarının olduğu Rüzgarlı Sokak ile Çankırı Caddesinin arasındaki yol gecekonduların arasından geçiyormuş. Berat Yurdakul ile Tuğrul Sarıtaş gecekonduların arasından, gece yarısı sessizliğine bürünmüş bu yoldan yavaş yavaş yürürken bir yandan da gazeteye yaklaşmaya başlamışlar. Tam o sırada sessizliğin ortasından gelen bir ses duyulmuş. Bir kişi kendilerine doğru koşarken diğer taraftan da “Kaçın kaçın bana kement attılar. Siz canınızı kurtarın” diye bağırırken hem görüntüsü hem de sesi aniden kesilmiş.  Berat Yurdakul ve Tuğrul Sarıtaş bağıran kişinin arkadaşları Kazım Pamuk olduğunu anlamış. Panik içinde ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlarmış. Polisi aramayı düşünürlerken Kazım Pamuk kan ter içinde arkadaşlarının yanına ulaşabilmiş. Berat Yurdakul’a merakla neler olduğunu sormuş arkadaşına. Pavyondan hesabı ödemeden kaçtığını, kaçmaya başlayınca da garsonların da onu kovalamaya başladığını tam da bu sırada peşinden kovalayan garsonların kendisine kement atarak onu yakaladığını ve yere düştüğünü, arkadaşlarının da yakalanmaması için “Kaçın kaçın bana kement attılar” diye bağırarak onları uyarmaya çalıştığından bahsetmiş. Berat Yurdakul olanlara çok sinirlenmiş. Meğerse Pamuk, yerde sırt üstü yatarken kendisini kement atarak yakalayan garsonların bir türlü gelmediğini anlayınca, peşinden koşan garsonların olmadığını, atılan bir kement ile değil de gecekonduda yaşayanların çamaşır kurutmak için gerdiği ipe takılarak yere düştüğünü fark etmiş. Yerden kalkmış ve arkadaşlarının yanına gitmiş. Geceyi bir heyecanlı ve yıllarca dillerden düşmeyecek bir olayla noktalamışlar böylece.

Özellikle Ankaralı gazeteciler arasında bir araya geldiklerinde, eskilerden bahsedilirken anlatılan anılar arasında yerini almış bu anı da. Kazım Pamuk ve Berat Yurdakul bugün aramızda değiller maalesef. Işıkları bol olsun. Tuğrul ağabeyin de ömrü uzun olsun.