Akira Kurosawa'nın 1990 yılında çektiği "dreams" (düşler) filmi, onun son dönem eserlerinden biri olup, hayal gücünü ve sinematik yeteneğini en iyi şekilde sergilediği bir film olmuştur. 8 farklı bölümden oluşan bir antoloji filmidir diyebiliriz. Her bölüm, farklı bir rüya veya hayal dünyasını konu almaktadır.
Filmde doğa, insanlık, savaş, teknoloji gibi çeşitli temalar işlenmektedir. Bazı bölümlerde doğanın güzelliği ve insanın doğayla olan ilişkisi ele alınırken, diğer bölümlerde savaşın dehşeti ve insanın kendi iç dünyasıyla olan mücadelesi anlatılmaktadır.
"Dreams", ünlü Japon yönetmen Akira Kurosawa' nın kariyerinin ilginç bir dönemine işaret eden bir filmdir. Kurosawa'nın kendine özgü sinematik tarzını sergilemesinin yanı sıra, Japon mitolojisi, doğa ve insan psikolojisi gibi derin konulara da odaklanmıştır.
Filmdeki her bir hikaye, farklı bir estetik ve duygu taşıyan sahnelerden oluşmuştur. Ayrıca her bir sahne, görsel olarak çarpıcıdır ve yönetmenin ustalıkla kullanıldığı bir dizi sembol ve metafor içerir. Hemen hemen her bir sahne , özenle seçilmiş detaylar ve dikkatlice oluşturulmuş kompozisyonlarla doludur. Doğanın yemyeşil manzaraları, mistik atmosferleri ve sembolik imgeleriyle film, bir rüya gibi akar ve izleyiciyi hayal gücünün sınırlarının ötesine taşır. Bu film, Kurosawa'nın yaratıcı vizyonunu ve yeteneğini gösteren benzersiz bir eseridir. Bununla birlikte, "Dreams" sadece Japon izleyiciler için değil, evrensel temaları olan bir filmdir. Kurosawa, insanlığın evrensel sorunlarına odaklanarak, izleyiciyi oldukça etkilemeyi başarmıştır.
Filmdeki hikayelerden kısaca bahsedecek olursak;
Birinci hikaye olan (Yağmurla Gelen Güneş), bir çocuğun yasak ormanda gizemli varlıklarla karşılaşmasını konu alır. Bu hikaye, Japon folkloruna ve mitolojisine dayanır ve doğanın gücü ile insanın arasındaki bağı vurgular. Bir çocuk, annesinin uyarısına rağmen tilkilerin dansını görmek için ormana gider ve hayatın döngüsünü simgeleyen sembollerle karşılaşır. Annenin uyarısına rağmen merakı onu ölümcül sonuçlara sürüklemiş ve bu sürükleniş, mahrem yaşamlara saygının önemini izleyenlere yansıtmıştır.
İkinci hikayede de (Şeftali Bahçesi) şeftali ağaçlarının çiçek açması için “Oyuncak Bebek Günü” ritüeli düzenlenmiştir. Çocuk, evde gördüğü kızın peşinden ormana gider ve ağaçların yok olduğunu görünce çocuk da acıyla ağlar, çünkü ağaçların kesilmemesi için ailesini durduramamıştır. Yine bu sahnede oyuncak bebek kılığında çeşitli figürler ve simgesel anlatımlar vardır. Kuraklığın habercisi olan çıplak toprak, gelecek nesillere dair umutsuzluğu ve çaresizliği simgelemiştir.
Üçüncü hikayede, (Tipi) dağcı bir grubun hedefe varış hikayesi anlatılmıştır. dayanma gücü ve birlik olma olguları vurgulanmak istenmiş, bunun yanında zorlukların üstesinden gelme ve umut etme gibi temaların önemi gösterilmiştir. Dağcıları kurtaran ve doğa anayı temsil eden kadın, insanlığın doğayla uyum içinde yaşamasının önemini göstermiştir.
Dördüncü hikayede (Tünel) Rüyada, komutan tünele girerken öfkeli bir köpek ve ölen askerler görülür. Köpek, savaştaki düşman birliğini temsil ederken, ölen askerlerin hayaletleri tünelde belirir. Rüya, savaşın acı gerçekleriyle yüzleşmeyi ve kayıpların inkâr edilemeyen varlığını göstermiştir.
Beşinci hikayede (Kargalar) Karakter, bir Van Gogh tablosunun içine girer ve ressamla karşılaşır. Kurosawa' nın resim sanatına olan ilgisini ve saygısını yansıtan bir rüyadır. Van Gogh'a duyulan derin sevgi ve hayranlık hisleri, karakteri etkilemiş ve rüyanın sonunda, gerçeğe dönüşünde, karakter tabloya saygı göstererek vedalaşır ve gider.
Altıncı hikayede (Kızıl Fuji Dağı) Nükleer bir felaket sonrası yaşanan kaos ortamında insanlar birbirlerini ezercesine kaçmaya çalışırken, bir annenin çocuklarını korumaya çalışması ve geleceklerinin yokluğuyla yüzleşmesi konusunu ele alan bir rüya olmuştur. Bu durum, nükleer gücün savaşlardaki yıkıcılığı ve doğanın yok olma tehlikesiyle çocukların geleceğinin tehlikeye girdiğini gösteren bir hikaye olmuştur.
Yedinci hikayede (Ağlayan İblis) nükleer felaketin ardından harap olmuş bir dünyada, mutasyona uğramış bir insan iblise dönüşmüş olarak karşımıza çıkıyor. Kurosawa, savaşın insan ve doğa üzerindeki yıkıcı etkilerini acımasızca göstererek izleyiciye aktarmak istiyor. Bu görüntüler, felaketin getirdiği dehşeti ve insanlığın karşı karşıya kaldığı karanlık gerçekleri göstermek istemiştir.
Son rüyada ise, izleyici kendi ütopyasını yaşar, doğayla bütünleşmiş bir köyde yaşayan insanları gözlemleyerek teknolojinin getirdiği kayıpları bizlere düşündürür. Doğayla uyum içinde yaşayan bu insanlar, teknolojinin olmadığı bir düzeni tercih ederler. Mutlu bir cenaze töreni, yaşamın dolu dolu geçirilmesi ve doğayla uyum içinde yaşamanın getirdiği huzur gösterilmek istenmiştir.
Özet olarak, Akira Kurosawa'nın bu filmi, yönetmenin ustalığını ve derin anlatım yeteneğini sergileyen etkileyici bir yapıttır. İzlemeyenlerin izlemesini tavsiye ederim. İyi seyirler…