Günümüzde, markaların sadece ürün ya da hizmet değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı ve kimlik sunduğu bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle, marka takıntısı, bireylerin yaşamlarının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu takıntı, tüketicilerin yalnızca alışveriş yaparken değil, aynı zamanda sosyal ilişkilerinde ve çevrelerinden nasıl algılandıklarında da önemli bir rol oynuyor. Bu durum bireylerin sosyal statülerini, kendilerini ifade etme biçimlerini ve hatta yaşam tarzlarını markalar üzerinden inşa etmeye başlamasına yol açtı. Genç kuşaklar, belirli markaları sahiplenerek kendilerini bu markaların bir parçası gibi hissediyor. Özellikle lüks markaların, prestijli görünme arayışıyla birleşen tüketim alışkanlıkları, bireyleri yüksek fiyatlar karşılığında sadece ürün almak değil, aynı zamanda bir kimlik edinmeye yönlendiriyor.

Sosyal medya platformlarının da bu süreçteki rolü büyük. Kullanıcıların markalarla ilgili paylaşımlarını hızla yaymasına olanak tanırken, influencerlar ve ünlüler aracılığıyla markalar adeta "hayat tarzı" haline geldi. "Önerilen" ürünler ve "güzel yaşam" vaadi, insanların alışveriş alışkanlıklarını etkileyerek, markalarla olan bağlarını daha da güçlendiriyor.

Özellikle genç bireylerde, bu takıntının, özsaygı ve benlik algısı üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceği, maddi anlamda büyük yükler oluşturabileceği ve sürdürülebilir olmayan bir tüketim kültürüne yol açabileceği belirtiliyor. Diğer yandan, bazı eleştirmenler, marka takıntısının bireylerin gerçek kimliklerini bulma yerine, tükettikleri ürünlerle kimlik inşa etmelerini teşvik ettiğini savunuyor.

 Son yıllarda gelişen marka takıntısı, sadece bir tüketim alışkanlığı olmanın ötesine geçmiş ve bireylerin yaşam tarzlarını şekillendiren önemli bir faktör haline gelmiştir. Bu durum maalesef ki hem kişisel hem de toplumsal düzeyde yeni soruları ve tartışmaları beraberinde getiriyor.